Konunun neresinden tutsam elimde kalıyor. “Acaba yazmaya nerden başlasam” diye düşünürken küçük oğlumun bana getirip okuttuğu ve kendisinin yazmış olduğu şiir, istemsiz bir şekilde gözlerimin yaşarmasına sebebiyet vermekle birlikte, dikkatimi olmasından çok daha fazla o konuya celp etti...
Dünya nasıl bir hale gelmiş ve gidişat nereye dedirtecek olmalı ki bu küçücük zihin ve bedeni de endişelendirir duruma getirmiştir.
O küçük bedenleri bile kaygılandıran bu dünya düzeni ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi belki de...
Nasıl olacak dünyanın geleceği merak ettin mi?
Hiç düşündün mü kendini, bizi, herkesi?
Dünyanın geleceği
Barış, mutluluk, dostluk
Geldi mi hiç aklınıza?
Canımızı sıkan neydi acaba;
Berbat hayatlar mı?
Dilendirilen, yok yere öldürülen çocuklar!
Geldi mi hiç aklına
Dünyanın geleceği...
Mavi, ela, kara gözlü umut dolu çocuklar
Savaş esiri, istismar mağduru yavrular
Geldi mi hiç aklına?
Dünyanın geleceği...
Beni hem ziyadesiyle duygulandıran, hem de bana ilham kaynağı oğlumun bu şiiri de özetle gösterdi ki sadece biz büyükleri değil, o küçük sabi dünyaları da korkutup, düşündüren bir hal almış çağımız ne yazık ki...
“İslam insan fıtratı için inşa edilmiş, gönderilmiş en güzel hayat sistemidir” deriz hep, ya da diğer bir deyişle insan fıtratı İslam üzerine yaratılmıştır ve ondan başka bir yöne çekildiği takdirde 'sudan çıkmış balık misali' ölüme terkedilmiş demektir...
Sözün özü İslam sistemi ve onun getirileri insanoğlu için biçilmiş en olmazsa olmaz ve mükemmel elbisesi, kaftanıdır!..
Daha önceki yazılarımda 'kadını ve çocuğu' farklı başlıklar halinde ele almış; bilhassa kadınların maruz kaldıkları sıkıntıları bir nebze olsun dilimin döndüğünce anlatmaya çalışmıştım.
Ancak ne varki o günden bugüne çok şey değişmekle kalmayıp 'kadın ve çocuk ' eksenli olaylar, içinden çıkılmaz hal almış, toplum onlara yönelik akıl almaz bir şekilde yozlaşmış ve çığırından çıkmıştır... Öyle ki geçmişte yapılan kötülükler daha masumdu dedirtecek noktaya getirmiştir bizleri... vee görünen o ki geçen her gün bu katlanarak artacaktır. Zira bunun vahşi örneğini yakın zamanda, gerek sosyal medyada, gerek televizyon ekranlarında kanımız dona dona bariz bir şekilde izleyip okuduk ve şahit olduk 'E....B...'hikayesini..
Evet kadın dedik, evet çocuk dedik, evet onların hakları dedik, dedik demesine lakin yanlışı nerde ve nasıl yaptık ki sorunları bitirmek ve çözüme kavuşturmak yerine, daha da sarpa sarar hale getirdik? Bunun tahlilini, muhasebesini ve muhakemesini ne kadar yaptık?
Acaba sorunun kökeninde suç; 'şiddeti ve caniliği' yapanlarda mı var? Yoksa insanları, insanlığı (insanlıktan çıkaran) bu raddeye getiren kanun, kural ve adalet dediğimiz silsilede mi? Ya da hep söylediğimiz ancak hayat sahasında hiç rastlamadığımız, gösteremediğimiz o İslam elbisesinden soyutlanışımızdan mı tüm bunlar?
Öyle sanıyorum ki ne İngiliz, ne Fransız ne de İtalyan kanunları bu gidişata dur diyemeyecektir. Nitekim insan eliyle gelen hele ki dışardan ithal ve üstelik kendilerine bile hayrı dokunmayanların kanun ve kuralları bizleri kurtaramayacaktır..
'Görünen köy kılavuz istemez' misali şapkamızı önümüze koyup, özeleştirimizi kendimiz yapıp, bu durumun bir kez daha ve defaatle masaya yatırılması kanaatini taşımaktayım...
Ve bilhassa bu çağrım başta aile çalışma ve sosyal bakanlık olmak üzere tüm herkese ve kişiyedir!
Zira bir tarafa sınırsızca hak ve özgürlük altın tepside sunulurken, öte yerde diğerini ve haklarını yok saymak, görmezlikten gelmek, haklı-haksız, doğruyu yanlışı aynı kefeye koymak ne kadar doğru tartışılır doğrusu!
Belki de bu yanlış yönlendirme ve kararlar denilen şeydi dünyayı, insanlığı yıkımın eşiğine getiren, bizleri tabiri caiz ise uçurumdan aşağı intihara sürükleyen!...
“Ahir zaman” diyoruz, “olacak” diyoruz, “öngörüldü” diyoruz demesine lakin tüm bu yozlaşmaları, cinayetleri ve de cinnetleri olağanmış gibi normalleştirilmeye çalışmak da akıl karı değil...
Sekülerleşmek, modernite, uygarlaşmak, ilerleyip çağ atlamak ve benzeri terimleri sanırım ahlaksızlık, can alma, taciz-tecavüz gibi durumların rekor şekilde artması noktasında anlaşılması olarak kastedilmemişti halbuki...
Heyhattt! gel gelelim yazık ki geldiğimiz nokta maalesef bu oldu..
Okur, izler, dinler belki de kim bilir biraz lanet okur bunlara derken, olay ya da olayların üstü örtülür ve her haber gibi buda unutulurrr gider...
Nedenler, niçinler, sebepler vs. akılda soru oluşturacak her şey hasıraltı edilir.
Oysaki insanı eşrefi mahlûkat olarak bilirdik... Mahlukatın en şereflisi, en üstünü, en saygını...
Peki, ne oldu da bu çark tersine döndü ve insan denen o üstün şahsiyet Esfeli Safilin derekesine indi?
Hâlbuki şunu göz ardı ettik, ya da akıldan çıkardık. İnsan İslam ile şeref bulmuş ve onunla mahlûkatın eşrafı olmuştur ki melekleri dahi kendisine secde ettirmiştir yüce Allah!
İslam’ın öğretileridir kişiyi emin, temiz ve emniyetli kılan!...
İslam’la yoğrulmuş, ondan ve onun ayetlerinden uzak bir beyin ve kalp hiç şüphe yoktur ki hedefinden şaşmış ok misali fırlar yerinden, ilerlediği yolda önünde ne kadar kir, pas ve pislik varsa sindirir, sünger gibi ve gider toplumun kalbine, hançer misali saplanır darma duman eder insanlığı, insaniyeti en nihayetinde toplumu!...
Şunda hemfikiriz ki sekinet dolu bir kalbe sahip olanlar, Habil tabiatında yaşar ve hasta ruhlu Kabil’e benzemezler, ondan ancak iyilikler sadır olur, kötülük, nifak asla çıkmaz...
Hani bir şiirde belirtildiği üzere;
'İman o cevher ki ilahi ne büyüktür,
İmansız olan paslı yürek sinede yüktür'!..
Evet, hakikaten imansızlık yüktür, ancak değil sadece kişiye, aynı şekilde bu yük tüm toplumadır, tüm yeryüzünedir. Bizler hala Kabil’in işlemiş olduğu günahın ceremesini çektiğimiz gibi...
Efendimiz (S.A.V.)in buyurduğu gibi, 'Dikkat edin, vücutta öyle bir et parçası var ki, eğer o iyi olursa vücudun tümü iyi olur. Şayet o bozulursa vücudun tamamı bozuk olur, işte o kalptir' Demek ki nedir? İmanlı salim bir kalp, huzurlu olmakla kalmayıp, vücuda ve bünyeye tesiri iyi olur, aynı şekilde topluma insanlığa iyiliği ve sekineti tesir edecek ve insanlık selamette olacaktır her türlü...
'Mümin o kimsedir ki elinden ve dilinden kişiye zarar gelmeyen, emin olunan kişidir' diye buyurur yine Efendimiz...
Bir çiçekle bahar olmazmış, ancak ne var ki her bahar bir çiçekle başlar' nüktesini bizlerin yaşamlarına, onun selametine gelecek günlere ithaf etmek isterim!...
Nitekim o çiçeğin karanlık çağları aydınlatan, karanlığı delen ekseriyetle haddini aşan, köhnemiş zihniyetlerin küf, pas kokan insanlığın üzerine bir bahar bir çiçek gibi açan İslam olmasıdır temennimiz...
Bin dört yüz asır öncesi karanlığın gölgesindeyken yeşermişti o çiçek! Çoğaldıkça çoğaldı ve karanlığı boğup toprağa gömdü..
Günümüz dünyasında ise sanki yeniden o kapkara gölgelikte kurumaya yüz tutmuş gibi o hakikat güneşi... Yine ve yeniden karanlık hortlamış görünmekte...
Buna mahal vermemek adına bir diriliş ve silkeleniş şart diyorum naçizane!..
İslam bir çağrıdır, bir çığırdır nesillere ve çağlara...
Ve sesleniyorum defaatle herkese, lütfen okuyun okutalım, bilin bildirelim herkese...
“Şu inanıyorum, ancak yaşamıyorum” deyip durduğumuz çağrıyı içselleştirme vakti gelmedi mi? Her kavmin helak sebebi olan olaylar ve durumlar şu toplumda hortlamışken yeniden daha niye, neyi bekliyoruz acaba?
O helak sebebi durumlardan birinin bizleri bulmasını mı?
Güzel bir dörtlükle yarınlara ve geleceğe bir temenni, umut olması dileği ile kapanış olarak kullanmak istiyorum;
'Akıp giden bir zaman
Yine yeniden bir sabah
Günaydın yaşamak!..
Gün aydın, yol aydın, çağ aydın olsun tek duamız umudumuz ve dileğimiz!..
Veee nurun hâkim olacağı günü bekler bu nesil...
Vesselam...