Bir zamanlar kalbinde derin denizler taşıyan biri vardı. Duygular, o denizlerin dalgaları gibiydi; kimi zaman huzurla kıyıya vurur, kimi zaman fırtınalar koparırdı içinde. Bu kalp, her şeye inanmaya hazır, saf ve temizdi. Küçük bir umut kırıntısı, bu kalpte bir çiçeğin açmasına yeterdi. Ama her umut, bazen bir bulutun gölgesinde kaybolurdu.
Kendi içinde savaşlar veren biriydi o. Kalbiyle aklı arasında, geçmişiyle geleceği arasında bitmek bilmeyen bir mücadele vardı. Kimi zaman duygularına yenik düşerdi, kimi zaman o duygulara meydan okurdu. Ama en çok zorlandığı şey, kimseyi kıramamaktı. Herkesin yükünü sırtına alır, kendisini unutacak kadar cömertçe taşırdı bu yükleri. İnsanların kalbini korumak için kendi yaralarını saklardı, kimse görmesin, kimse bilmesin diye.
Ama dışarıdan bakan hiç kimse onun bu savaşlarını göremezdi. Çünkü o, her şeyi gülüşlerinin ardına saklardı. Gözlerinde beliren hüzün, bir gülüşle kaybolurdu. Kalbinin derinliklerinde taşıdığı bütün yükler, yüzündeki bir tebessümle örtülürdü. Gülüşleri, içinde kopan fırtınaları saklayan bir perde gibiydi. O güldükçe, insanlar her şeyin yolunda olduğunu sanır, oysa içinde susmayan bir hüzün yankılanırdı. Melankoli, o gülüşlerin ardında sessizce beklerdi.
Melankoli ise onun sadık dostuydu, bir gölge gibi hep yanı başında yürürdü. Gözlerinin ardında saklı kalan, dillendirilmemiş hüznü her zaman vardı. Ama bu hüzün onu zayıflatmaz, aksine güçlendirirdi. Çünkü o, bir savaşçıydı. Hayat ona ne sunarsa sunsun, her düştüğünde tekrar ayağa kalkmayı bilirdi. Yıkılmak, onun için asla bir son değildi; her yıkılışta daha da büyüyen bir ağaç gibiydi, köklerini daha derine salar, daha sağlam dururdu.
Ama bir de hayalleri vardı, kavuşmayı beklediği, dokunamadığı hayalleri... Her gece yıldızlara bakıp sorduğu sorular, sabaha dek içinde yankılanırdı. O hayaller, belki uzak bir ülkenin dağları kadar erişilmezdi, ama her zaman gözünün önünde dururdu. Yürüdüğü yolda ona yön gösteren, ama asla varılamayan bir ışık gibiydiler. Kavuşmak, imkânsız gibi görünse de asla vazgeçemezdi. Çünkü o hayaller, onun içinde saklı bir umut gibi yeşerir ve ona daima daha iyisini aramayı hatırlatırdı.
Zaman zaman, o hayallere ulaşamamanın hüznü çökerdi üzerine. Fakat her defasında, içindeki umut bir ışık gibi yeniden parlar, ona yeniden yola devam etmesini fısıldardı. Umut, onun için bir bekleyişten çok, bir mücadeleydi. Kavuşulamayan hayalleri, belki de o savaşı canlı tutuyordu. Çünkü hayalleri olmadan savaşçı olmanın ne anlamı vardı ki?
Ve o, her sabah yeni bir savaşa hazır, her akşam hüzünlü bir barışla kendini bulurdu. Umudunu hiçbir zaman kaybetmeden, hayallerini daima yanında taşıyarak yaşamaya devam ederdi. Çünkü biliyordu ki, kavuşamasa bile o hayaller onu ayakta tutan gizli bir güce dönüşmüştü.
Ve en çok o güldüğünde kimse bilmezdi; o gülen yüzün ardında sakladığı koca bir dünya vardı, içinde umut, hayaller, acılar ve asla dile getirilmeyen savaşlar...