Fatma POLATCAN


Bir Çocuğun Ölümü

Bir Çocuğun Ölümü


Soğuk soğuk ter akıyordum. Uyku ile uyanıklık arasında bir yerdeydim. Acımsı bir tat vardı dilimin ucunda. Kelimeler mi acıyordu yoksa çaresiz suskunluğuma? Oysa haykırsam çığlıklarım keskin bıçak gibi delerdi dilimin ucunda birikmiş harfleri. Uyku ile uyanıklığın verdiği sarhoşluğu yaşıyorum.

Kelimeler yavaş yavaş dökülüyor dilimden. Gözlerim dünyayla tüm bağlantısını kesmiş halde derin derin ruhumu süzüyor. Acıyorum bendeki uzak bene. Başımı koyduğum yastık ile gözyaşlarım arasında geçen kavgadan, yastığın ‘ıslanmayan derin yaraları’ taşıdığını öğreniyorum. Peki, içime akıttığım yaşların hesabını kim verecek bana? 

Dalıyor gözlerim koyu renkli uzaklara. Bir titreme alıyor beni. Başıma ince bir sızı hâkim oluyor. Kapanmaya yakın gözlerim, bilinmeyen bir diyara yolculuğa çıkıyor. Üşüyor iliklerim, üşüyor zehir zemberek ben. Hıçkırıkların üşüten sesiyle kendimi bir sokağın ortasında buluyorum. Gece tüm ustalığıyla çökmüş yalnız simalara. 

Parkta çöpü karıştıran yaşlı bir amcaya denk geliyorum. Bembeyaz saçlarında ne acıların kırıntıları vardır kim bilir? Gözlerinde ufak bir çocuk var. Karşımda yerde yırtık montuyla uyumuş halde beliriyor o çocuk. Saçları simsiyah. Kim bilir ne beyazlar saklıyordur diplerinde? Elimi saçlarına götürüyorum okşamak için. 

Derin bir yalnızlıkla baş başa kalıyorum. Kendimi bir an mezar taşlarında buluyorum. Bazen genç bir kızın taşına sarılan duvak, bazen toprağa özenle ekilmiş çiçek, bazen bir annenin taşındaki bebek ayakkabısı, bazen bir babanın başucundaki kızının özlemi, bazen bir kuşun ölü ziyareti... 

Kendimi arıyorum sonra. Başucumda yırtılmış montuyla kirli bir çocuk buluyorum. Öyle derin uyumuş ki sonsuza dek uyandırmamaya söz veriyorum.