Kenan GÜL


Belediyelerde Çarpık Düzen Halkın Parasıyla Kurulan İsraf İmparatorluğu

Türkiye’nin ihtiyacı olan şey yeni bir slogan değil, yeni bir belediyecilik anlayışıdır.


Türkiye’de belediye sistemi artık alarm veriyor.
Bir zamanlar halka en yakın hizmet birimi olarak görülen belediyeler, bugün maalesef eş, dost, akraba kadrolaşmasının ve siyasi şovların merkezi haline geldi.
Yollar, su, altyapı, çevre gibi temel hizmetlerin yerini artık konserler, heykeller ve reklam kampanyaları aldı.
Vatandaşın ödediği vergiyle yapılan bu israf, hem devletin hem de milletin sırtına ağır bir yük bindiriyor.

Belediyecilik, hizmet kurumudur. Ancak bugün belediyeler, hizmet üretmek yerine istihdam ofisine dönmüş durumda.
Her gelen başkan binlerce kişiyi işe alıyor, liyakat değil sadakat aranıyor.
Aynı işi yapan iki belediye işçisinden biri 40 bin lira, diğeri 80 bin lira maaş alıyor.
Adaletin olmadığı yerde huzur da, verimlilik de olmaz.
Birçok belediyede işe gitmeden maaş alan bankamatik personellerin varlığı, halkın emeğine ihanettir.

İşin en acı tarafı, bu tablo sadece bir iki şehirle sınırlı değil.
İzmir’de çöpler toplanmıyor, Ankara’da günlerce süren su patlakları onarılamıyor, İstanbul’da 500 milyar liralık borca rağmen bir çivi bile çakılmadığı söyleniyor.
Ülkenin dört bir yanında belediyeler borç batağında, üstelik bazıları hâlâ Avrupa’dan dolar ve euro borç alarak vitrin süsü projelere imza atıyor.
Bu borçların bedelini ise hizmet bekleyen vatandaş ödüyor.

Artık bir gerçeği kabullenmemiz gerekiyor:
Türkiye’nin belediyecilik anlayışı baştan sona yeniden inşa edilmelidir.
Bugünkü sistemle bir adım daha atılamaz.
Belediyeler, siyasetin arka bahçesi değil, yerel yönetimin omurgası olmak zorunda.
Bunun yolu da kanuni reformdan geçiyor.

Belediyeler Kanunu yeniden yazılmalı.
Şehri ilgilendiren ağır ihaleler devlet gözetiminde yapılmalı.
Konser, festival, heykel gibi doğrudan hizmete dönüşmeyen harcamalar ya tamamen kaldırılmalı ya da sıkı denetime tabi tutulmalı.
Bir belediyenin görevi eğlence organize etmek değil, halkın yaşamını kolaylaştırmaktır.
Yol, su, ulaşım, temizlik ve sosyal yardım… İşte belediyenin asli görevi budur.

Ancak bunların da ötesinde, liyakat yeniden tesis edilmelidir.
Belediyelerde işe alımlar şeffaf sınav sistemleriyle yapılmalı, her vatandaş başvurduğunda eşit şansa sahip olmalıdır.
Parti kimliği değil, iş ehliyeti ön planda olmalıdır.
Aksi halde her seçim sonrası binlerce kişinin işten çıkarıldığı, binlercesinin kayırmayla işe alındığı bir düzen asla rayına oturmaz.

Bir diğer önemli mesele de halkın denetimidir.
Belediyelerin tüm harcamaları, ihaleleri, personel sayısı, borç miktarı herkesin görebileceği şekilde şeffaf platformlarda paylaşılmalıdır.
Çünkü belediyelerin parası, o şehirde yaşayan her vatandaşın hakkıdır.
Bu hakkın hesabını da yalnızca sandıkta değil, her gün sormak vatandaşın görevidir.

Belediyeler artık bir “geçim kapısı” değil, hizmetin mabedi olmalıdır.
Koltuk değil, görev bilinciyle çalışan, kaynaklarını reklamla değil, hizmetle değerlendiren bir yerel yönetim anlayışı Türkiye’ye yeniden kazandırılmalıdır.
Aksi halde önümüzdeki yıllarda sadece belediyeler değil, merkezi hükümet bile bu israf düzeninin altında ezilecektir.

Türkiye’nin ihtiyacı olan şey yeni bir slogan değil, yeni bir belediyecilik anlayışıdır.
İsrafın değil, adaletin; şovun değil, hizmetin; partizanlığın değil, liyakatın öne çıktığı bir sistem kurulmadıkça, hiçbir şehir gerçek anlamda nefes alamaz.