Van’da yaşayan Selami Çınarcı’nın ilk romanı olan ‘Üç Beyaz Zirve’ kitabı çıktı.
Gece Kitaplığı Yayınevinden çıkan roman, Van tarihi ve coğrafyası başta olmak üzere birçok farklı konuyu beraberinde işliyor. Van-Çavuştepe Kalesi’nde bekçilik yaptığı dönemlerde kendi çabasıyla Urartu dilini öğrenen Mehmet Kuşman’ın hayatından da alıntıların yapıldığı roman, zengin imgelemeleriyle akıcı üslubuyla kitap raflarında yerini almaya hazırlanıyor. Konusu, Van ili ve ilçelerinde geçen romanda, günden güne Van ilinde tahrip edilen tarihi yapılara da dikkat çekiyor. Her ne kadar romanda yerel motifler ön palana çıksa da, kapsam ve konu olarak romanının ulusal anlamda geniş bir kitleye hitap ettiğini söyleyen Selami Çınarcı, “Hayatımızın içinde harikalar oluşturan kimi ender insanlar vardır. Bu insanlar, sıradan bir hayat yaşadıklarından dolayı, çoğunlukla varlıklarını fark etmeyiz, ta ki günün birinde varlıklarını somut bir şekilde bize hissettirene kadar. Çoğumuz fark etmesek de bu insanlar, bir şekilde hayatlarımıza dokunmayı başarabiliyorlar. Bu sihirli dokunuşları, zihnimizde yepyeni pencereler açıyor ve açılan bu pencerelerden onların büyülü dünyalarını fark etmeye başlıyoruz. ‘Sıradan hayatlardan onlarca öykü çıkarılabilir’ şiarıyla yazdığım bu roman, daha önce roman tarihimizde çok fazla işlenilmeyen ender bir konuya temas etmektedir. Evet, dağcılık alanında ülkemizde yazılan romanların sayısı neredeyse yok denecek kadar azdır. Ben bu alanda ciddi bir eksiklik fark ettim ve kendimde bir doğasever olarak bu konuya eğildim. Böylece ülkemizin en yüksek üç zirvesi olan Ağrı, Süphan ve Cilo dağları üzerine bu romanı yazdım” dedi.
Romanda yer yer felsefi diyaloglara da yer verdiğini dile getiren Selami Çınarcı, aynı şekilde romanda doğaya açılan doğaseverlerin çevreye karşı gösterdikleri duyarsızlıkları da yazdığını belirtti. Özellikle teknik anlamda dağcılığın gelişmesiyle birlikte dağlarda büyük bir kirliliğin baş gösterdiğini ve bu kirliliğin ülkemizin en yüksek zirvelerine kadar ulaştığını da sözlerine ekleyen Selami Çınarcı, romanın konusunu şu şekilde özetledi:
“1976 Çaldıran depreminde ailesini kaybeden Ardil adında bir genç, amcası tarafından civar köylere çoban olarak verilir. Çobanlık yaptığı günlerde büyük eziyet ve haksızlıklara maruz kalan Ardil, bir gece ilçeden kaçarak Van iline gider. Günlerce el ayak işlerinde çalışarak ayakta kalmaya çalışırken, eline bir gün sahte bir define haritası geçer. Böylece haritaya dayanarak Van’da Urartu medeniyetine ait kalede hazine arayan Ardil, o gece kale bekçisi Mehmet Kuşman’la tanışır. İşte bu tanışma Ardil’in hayatında yeni bir milat açar. Mehmet Kuşman’ın yanında Urartu dilini öğrenen Ardil, hayatını idame etmek için özel taşların (bazalt ve andezit) üzerine Urartuca metinler yazarak turistlere kolye, levha gibi hediyelik süs eşyası olarak satmaya başlar. Sonraki günlerde sürekli gördüğü bir düş üzerine Süphan, Ağrı ve Cilo dağlarının bulunduğu üçgende bir yolculuğuna çıkan Ardil, bu yolculuk esnasında yeniden kendisiyle yüzleşir. Yolculuğu uzadıkça bunun giderek içsel bir serüvene dönüştüğü fark eden Ardil, yolculuğunun sonunda asıl yolculukların ayaklarımızla kat ettiğimiz mesafeler olmadığını, tam aksine asıl yolculukların kendi içimizde aşmamız gereken mesafeler olduğunu sonucuna varır.”