Sosyolog Abdülkerim Öztürkçü ile doğru siyaset yapmanın ilkeleri ve yolları hakkında yaptığımız söyleşi..
Sosyolog Abdülkerim Öztürkçü ile 31 Mart 2019 Pazar günü yapılacak olan seçimleri ve seçim sonrasında yaşanması muhtemel gelişmeleri değerlendirdik. Seçim sonuçlarının Van'ı ve Türkiye'yi nasıl etkiyebileceğini, doğru siyasetin gelişmesi ve topluma hizmet edebilmesinin kriterlerini konuştuk.
İşte Sosyolog Abdülkerim Öztürkçü ile yaptığımız söyleşi..
Abdulkerim Bey öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Öncelikle şahsıma göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı teşekkür ediyorum. 1979 Van doğumluyum. İlk ve orta öğretimimi Van’da, lise eğitimimi ise İstanbul’da tamamladım. Lisans eğitimimi 100. Yıl üniversitesi Sosyoloji bölümünde tamamladıktan sonra farklı sektörlerde profesyonel olarak İnsan Kaynakları Yöneticisi, Kurumsal Danışman olarak görev yaptım. 2004 yılında Ak Parti de aktif siyaset hayatım başladı ve 2007 yılında Ak Parti Van İl Gençlik Kolları Başkanı olarak görev aldım. 2009 yılında Adalet Bakanı Özel Kalem Müdürü olarak Ankara’ya geçtim. Kısa süreli memuriyet hayatım sonrasında siyasi hedeflerim için görevimden ayrıldım. Devamında yine profesyonel iş dünyasında Üst Düzey Yönetici Koçu, Kurumsal Danışman, İnsan Kaynakları Seçme Değerlendirme Uzmanı ve en önemlisi de LİDERLİK konu başlığında başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin birçok önemli şehrinde üniversite, özel ve kamu işletmeleri ve STK‘larda LİDERLİK eğitimleri ve seminerleri sundum.
Nisan 2018 yılında gerçekleşen Ak Parti Van İl Kongresinde İl Yönetim Kurulu üyesi olarak seçildim ve Teşkilatlanmadan sorumlu İl Başkan Yardımcısı olarak aktif siyasi hayatıma geri döndüm. 31 Mart yerel seçimleri için aktif siyasi görevimden istifa ederek Ak Parti İpekyolu Belediye Başkan Aday Adayı oldum.
Evli ve 3 çocuk babasıyım.
Türkiye siyasetini nereye evriliyor? Sizce Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, ittifaklar ve seçim sürecini nasıl okumalıyız?
Bugünü anlayabilmek için dünü yani tarihi bilmek ve doğru okuyup bugün adına gerekli dersleri çıkarmak gerektiğine inanıyorum. Bu anlamda kuruluşundan bugüne kadar Türkiye açısından siyasi tarihe şöyle bir göz attığımızda gerçek anlamda bir demokrasiden, halkın egemenliğinden söz etmek için 2002 yılına kadar beklemek zorunda olduğunu görüyoruz. Kurucu meclisin hemen sonrasında ikinci meclis ve devamında gelen tek parti dönemi Türkiye’miz açısından sancılı ve kimlik bunalımının yaşandığı, bizi biz yapan değerlerin inkâr edilip Batı değerlerinin ve yaşam tarzının adeta kutsanıp milletimize dayatıldığı bir kara leke olarak tarih sayfalarında yerini almıştır. Hemen devamında ise CHP’nin tek partili iktidar dönemi ve 1950 de Demokrat Parti ve Adnan Menderes’in “Yeter Söz Milletindir” vurgusuyla elde ettiği başarı Türkiye Demokrasisi adına bir dönüm noktası olmuştur.
Millet iradesinin egemen olduğu, milletin tekrar öz değerleriyle buluştuğu, özgür iradesiyle yönetime dâhil olduğu bu dönem kısa bir süre sonrasında birçok işbirlikçinin işine gelmemiş ve ülkemiz açısından neredeyse her on yılda bir gerçekleşecek “darbeler döneminin de” başlamasına neden olmuştur.
Darbelerin yanı sıra ülke yönetiminin ehil ellerde olmayışı, ekonomik ve siyasi olarak istikrarsız günleri beraberinde getirmişti.
İnsanların din ve düşünce özgürlüklerinin elinden alındığı 28 Şubat süreci, gibi demokrasiye ve milli iradeye alenen saldırıların olduğu günler sonrasında 2000 li yılların başına gelindiğinde de koalisyon hükümetleriyle yönetilmek istenen Türkiye kendi içinde memurlarının maaşını bile ödeyemediği, enflasyonun önünün alınamadığı, dönemin Cumhurbaşkanı Necdet Sezer’in Başbakan Bülent Ecevit’e anayasa kitapçığını fırlatılmasıyla içinden çıkılmaz bir hal almıştı.
Ve o günlerde DSP-MHP ve ANAP koalisyon hükümetinin adeta gerçekleşen “Gölcük Depremi” altında kalması, depremzedelere günlerce ulaşılamaması, ilk yardımların yapılamaması vb sorunlar yeni bir döneminde habercisi olmuştu.
1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve devamında ekonomik istikrarsızlıktan kurtulması için 2001 yılında kurdukları AK PARTİ bir yıl sonra milletin sunmuş olduğu güçlü destekle 2002 yılında iktidara yürümüş ve o günden bugüne kadar yılların beraberinde getirmiş olduğu ihmalleri ortadan kaldıran her alandaki çok önemli hizmetlerin gerçekleşmesini sağlamıştır.
Özellikle Sayın Cumhurbaşkanımızın “One Minute” çıkışı ve sonrasında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda “Dünya Beşten Büyüktür” çıkışı siyasi olarak özgür ve özgün bir çıkış yakalayan, varlığının önemi sınırların ötesindeki İslam ümmetini, mağdur ve mazlumları ilgilendiren bir Türkiye’nin ortaya çıkmasını sağladı.
15 Temmuz gecesi daha önce gerçekleştirilen darbelerden farklı olarak karşı karşıya kaldığımız hain darbe girişimi millet olarak bizleri yeni acılar ve sorunlarla da karşı karşıya getirmiştir. Milletimizin cesur, imanlı ve erdemli duruşu sayesinde önlenen hain darbe girişimi ülke siyasetinin gelecek yılları adına da ittifakların nasıl olacağını da bizlere de göstermiş oldu.
İşte tamda bu aşamada dünden bugüne gerçekleşen siyasi ve toplumsal değişim aslında bugünde devam etmektedir. Kendi öz değerleri ve yine kendi öz evlatları tarafından son 17 yıldır gerek merkezi gerekse yerel yönetimlerde yönetilen ülkemiz 24 Haziran 2018 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi ile tanıştı. Parlamenter Sisteme göre bürokrasinin daha da azaldığı, hizmetlerin üretilmesi anlamında daha hızlı kararlar alınarak zaman ve ekonomik tasarruf elde edildiği, yönetimsel olarak çift başlılığı ortadan kaldırıp tek elden ülkenin yönetilmesine imkân sağlayan bu yeni sistem ile şu an yolumuza devam ediyoruz.
15 Temmuz sonrası oluşan Cumhur İttifakı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi seçimlerinde de devam etmiş ve 31 Mart yerel seçimlerine yaklaştığımız bugünlerde de varlığını muhafaza ettirmiştir.
Cumhur ittifakıyla birlikte ülkenin bekası, milli birlik ve beraberlik adına ortak çözüm üreten AK PARTİ ve MHP nin yanı sıra Millet İttifakı adıyla CHP, İYİ PARTİ ve HDP’NİN içinde yer aldığı birliktelik ortaya çıkardığı sosyolojik, siyasal sonuçlarıyla yeni bir okumayı da beraberinde getirmiştir.
Ak Parti ve MHP gibi söylem ve siyaset tarzı açısından benzerlik ve ortak noktaların olduğu iki parti arasında gerçekleşen ittifakı anlaşılır ve toplumun genel çoğunluğu tarafından makbul görülebilirken siyasi tarzları, söylem ve tabanları bir birine neredeyse taban tabana zıt olan CHP, İYİ PARTİ ve özellikle de HDP arasındaki ittifak normal siyasi okumalarla anlaşılamaz diye düşünüyorum.
Tek amaçları Tayyip Erdoğan’sız bir Türkiye hedefi olan, temel motivasyonunu bundan alan bir ittifakın ülke ve millet çıkarlarına hizmet etmekten ne kadar uzak olduğunu da anlamak zor olmasa gerek. Bu ittifakın 31 Mart seçimleri için ortaya koyduğu performans, ittifakın taraflarından HDP’nin başta İstanbul ve İzmir olmak üzere aday göstermemesi ve son olarak yine bu ittifakın özellikle İZMİR Büyükşehir Aday tercihi dikkate değer görülmelidir.
Seçimlere yaklaşık iki ay gibi bir zaman var. Bazı öngörülerinizi bizimle paylaşır mısınız? Nasıl bir sonuç çıkar sizce?
31 Mart seçimleri geçmişte bıraktığımız birçok seçimden farklı olarak ülkemizin gelecek günleri adına aslında sonuçları itibariyle en önemli seçimlerden biri olarak karşımızda duruyor.
Ülkenin siyasi istikrarı ve güçlenerek devam hizmetlerin devamı adına Ak Parti gücünü yerelde koruyarak devam etmelidir. Özellikle güney sınırımızda devam eden Suriye sorunu ve uluslararası anlamda ABD ve AB ülkeleriyle ilişkilerdeki güç dengesinin korunması açısından da 31 Mart yerel seçimlerinde sandıktan Ak Parti güçlenerek çıkmalı.
Ak Partinin 31 Mart’ta sandıktan güçlü bir sonuçla çıkması önemli diyoruz ama bu sonucun ortaya çıkabilmesi içinde Ak Partiyi temsil eden aday ve teşkilatların Ak Partiyi var eden, bugünkü konumuna taşıyan, 17 yıllık iktidarı getiren “kuruluş ruhuna uygun” bir tarz ve söylemle seçmen ve halkla buluşması gerekiyor. 31 Ocak 2019 tarihinde Ankara’da gerçekleşen toplu aday tanıtım toplantısında paylaşılan” MEMLEKET İŞİ, GÖNÜL İŞİ” mottosuna uygun tevazu ve samimiyetle ortaya konacak gayretler seçmen tercihleri üzerinde mutlaka etkili olacaktır.
Dünden bugüne siyasi süreçte yaşanan değişimler seçmen tercihleri üzerinde de etkili olmuş ve bundan sonra daha bilinçli, sorgulayan ve sadece yol, köprü, hastane ve okul değil insana değer katacak bir yaklaşımla hizmet üretecek siyasi arayışı hâkim olmuştur.
Artık seçmen “çantada keklik ve eli mahkûm” olarak tanımlamayacak kadar bilinçli konumdadır. Bu nedenle eğer Ak Partinin yerelde teşkilatları halka gerçek anlamda gönül bağıyla bir araya gelebilir, egodan, kibir her türlü olumsuz duygu, düşünce ve tavırdan kendilerini korurlarsa halk daha önceki seçimlerde olduğu gibi yine tercihini Ak Partiden yana kullanacaktır.
Tüm bu tespitlerle beraber 24 Haziran seçimlerinde Ak Parti’nin ve Kayyumların özellikle Van ve bölgede yapmış oldukları onca önemli hizmet özellikle HDP tabanı üzerinde “oya dönüşmemiş” ve beklenen sonuç elde edilememiştir.
HDP tabanı bu anlamda diğer seçimlerde olduğu gibi 24 Haziran seçimlerinde adayın kim olduğuna bakmamış ideolojik bir turumla tercihini kararlı bir şekilde HDP den yana kullanmıştı.
Yine yaş ortalaması 21 olan Van’da genç seçmen genel olarak HDP siyasetine yakın durmuş ve tercihini HDP den yana kullanmıştır.
Diğer taraftan Ak Parti hem genç seçmenle iletişim ve iknada hem de HDP seçmeni ve tabanı ile daha doğru bir söylem ve yöntem ile iletişim kurarak “Hendek Siyaseti” ve devamında HDP’nin özellikle “yerel iktidar döneminde” yaşanan sorun ve acılarının tekrarlanmaması, hizmet siyasetinin hâkim olmasını temin için tercihlerini tekrar sağlıklı bir şekilde sorgulamasını sağlayıcı yaklaşımlar ortaya koyabilmelidir.
Bu konuda siyasi basiret, feraset ve samimiyetle gerekli adımlar Ak Parti tarafından atılırsa ve en önemlisi de ortaya konacak bu siyasi yaklaşımı sokak, mahalle ve en önemlisi de seçmen bazlı olarak seçmene aktarabilecek belediye başkan adayı, belediye meclis üye adayları ve il ve ilçe teşkilat kademeleriyle planlı bir organize bir seçim kampanya dönemi geçirilebilirse 31 Mart günü sandıktan Ak Parti’nin güçlü bir şekilde çıkacağına inanıyorum.
Özellikle de genç seçmen konusu dikkatle incelenmeli ve gençlerle sağlıklı ve güçlü iletişim kanalları kurulmalıdır. Bu konuda Ak Partinin gençlik kollarına çok ağır ve önemli bir görev düşmektedir.
Bazı anket sonuçları partilerin oy kaybedeceği yönünde sonuçlar paylaşıyor. Katılıyor musunuz? Siz anket sonuçlarını nasıl yorumluyor musunuz?
Seçmen tercihlerinin anlaşılabilmesi, seçim sonuçlarının öngörülebilmesi için uygulanan en önemli yöntemlerden biri de elbette ki anketlerdir. Halkın genel yaklaşımını öğrenmek için özellikle Ak Parti ile anlam kazanan ve tercih edilen bir yöntem olan anket çalışmalarının sonuçları elbette ki objektif bir şekilde yapılmışsa mutlaka dikkate alınmalıdır.
Anketlerin ortaya koyduğu sonuçlardansa siyaset tarihi açısından kesin olan bir şey vardır o da “eğer halka yabancılaşır ve halkın kaygıları, beklenti ve umutları karşılıksız kalırsa halk bunun sonucunda kendini vazgeçilmez zanneden siyasileri ve siyasi partilere sandıkta gerekli cevabını en güzel şekilde vermiştir bundan sonrada her seçimde vermeye devam edecektir.
İşte tamda bu nedenle gerek iktidar partisi olsun gerekse muhalefet partisi olsun her parti halkla, milletle nasıl bir iletişim kurduğunu, parti temsilcilerinin yerelde ve genelde turum ve davranışlarının halkın beklentileriyle uyuşup uyuşmadığına dikkat etmelidir.
Henüz aktif bir seçim kampanya dönemi başlamadığından ortada bazı anket sonuçları olabilir. Bunlar elbette siyasiler için bir öngörü oluşturacaktır ama her gün seçim sonuçlarını ve seçmen tercihlerini olumlu veya olumsuz etkileyecek bazı sonuçlarla bizleri dün olduğu gibi bugün ve yarında karşı karşıya getirebilir. Buda doğal olarak seçim sonuçlarını doğrudan etkileyecektir.
AK parti oylarını azaltırsa erken bir genel seçim seçime gidebilir mi? Böyle bir sonuç söz konusu olursa AK partinin meşruiyeti tartışılır mı sizce?
31 Mart seçimlerinde aslında tüm süreci etkileyecek sonuçlar İstanbul, Ankara başta olmak üzere büyükşehirlerde elde edilen sonuçlar olacaktır. Türkiye’nin özeti olarak değerlendirilen İstanbul bu açıdan çok önemli. Binali Yıldırım gibi deneyimli, sempatik ve halkta karşılığı olan önemli bir siyasi aktörün varlığı Ak Parti açısından bu süreçte ayrı bir önem taşıyor. Ama öte taraftan HDP, İYİ PARTİ ve CHP ittifakı, HDP’NİN Kürt seçmenlerin yoğunlukta olduğu İstanbul’dan aday göstermeme kararı doğru okunmalıdır. Bu öylesine alınmış basit bir karar değildir. Bu ittifakın en temel amacı Ak Parti açısından bu önemli kalenin ele geçirilmesi ve buradan elde edilecek seçim zaferiyle iktidar üzerinde baskı kurmak olacaktır.
Bu plan aynı şekilde ANKARA ve diğer büyükşehir belediyeleri içinde geçerlidir. Doğu ve Güneydoğu açısından ise Diyarbakır ve Van özellikle HDP açısından ayrı öneme sahip olup HDP bu illeri 31 Mart günü tekrar kazanmak için gerekli tüm çabasını ortaya koyacaktır.
Siyasi kodları, söylem ve eylemleri bir birine zıt gibi görünen ama bir vücudun parçaları gibi ortak bir amaca “Tayyip Erdoğan’sız Bir Türkiye” hedefine odaklanan CHP, İYİ PARTİ ve HDP ittifakı elbette ki Ak Partinin alacağı olumsuz sonuçlar karşısında sessiz kalmayacak ve üzerlerine düşen görevin hakkını vermek için ne gerekiyorsa bugün yaptıkları gibi yarında yapmaya devam edeceklerdir.
31 Mart günü yerelde Ak Partinin hedeflediği sonuçları farklı nedenlerle elde edemeyişi ülkeyi erken seçim sürecine de sokabilir. İçte ve dışta böyle bir sonucu bekleyen, hedefleyen bazı yapıların varlığı da bilinmektedir.
AK partiyi, ülkeyi ve süreci iyi bilen ve tanıyan birisiniz. Seçim sonuçlarına göre yeni bir parti ve yeni isimler çıkar mı ortaya? Özellikle Abdullah GÜL ve Ahmet Davutoğlu isimleri çok konuşuluyor. Olursa yeni bir parti ismiyle mi süreç başlatılır yoksa ismi geçen kişiler mevcut partilerden birinin başına mı geçerler?
24 Haziran seçimleri öncesinde de bahsettiğiniz senaryoya benzer şeyler çok konuşuldu ve yine bahse konu isimler üzerinden algı yönetilip bazı ciddi siyasi diyaloglar geliştirildi. En son Abdullah Gül yine ittifak adayı olarak Cumhurbaşkanı Adayı gösterilmek istendi. Son ana kadar da bir ümitle Abdullah Gül’ün “evet” cevabı beklendi. Ama o günün şartları içinde bu gerçekleşmedi.
Şimdi yine benzer bir senaryo 31 Mart sonrası adına az önce konuştuğumuz gibi Ak Partinin hedeflediği seçim başarısını elde edememesi durumunda da yüksek sesle konuşulacağa benziyor. Ben böyle bir şey söz konusu olursa Abdullah Gül’den ziyade Ahmet Davutoğlu isminin liderlik açısından daha öncelikli olarak konuşulacağını ve mevcut bir siyasi partilerden biri yerine yeni bir isimle partinin kurulup, teşkilatlanarak halkta gideceklerini düşünüyorum.
AK partinin 18 yıllık süreç içinde artı ve eksilerini toplamda belli başlıklarla özetlersek neler olarak görüyorsunuz? Mesele zamlara çok büyük tepkiler var. Bu AK Partinin başını seçimlerde ağrıtır mı? Mesela dolar düştü ama zamlar aksine devam ediyor.
Konuşmamızın başında özetle Türkiye siyasi tarihini ve Ak Parti iktidarının ortaya koyduğu performansı konuşmuştuk. Ak Parti özellikle milleti öz değerleri, tarihi ve medeniyet birikimi ile tekrar buluşturup buradan aldığı güç ve özgüvenle özgün bir siyasi duruş sergiledi.
Bu hem içte hem de uluslararası siyasette çok ciddi etkileri beraberinde getirdi. Özellikle kurulan “yenidünya düzeni” içinde Türkiye güçlü bir şekilde;
-Bende varım dedi. Böylece özellikle son yüzyıl içinde dünyaya yön veren süper güçler karşısında kendine önemli bir alan açtı. Tabi bu durum beraberinde ülkemizi hem terör eylemleri hem de ekonomik saldırılarla karşı karşıya getirdi. Siyasi olarak terbiye edilemeyen, her seçimde daha da güçlenerek halkın desteğiyle yoluna devam eden Ak Parti ve tabiki aziz milletimiz “ekonomik ve terör örgütlerinin saldırılarıyla” terbiye edilmeye çalışıldı.
Ümmetin sığınağı ve insanlık ailesinin her hangi bir üyesinin hakkını korumak için ciddi ve cesur çabalar ortaya konuldu. Türkiye, sadece sınırları içinde bir ülke olmaktan çıkıp gönül sınırları içinde kıtaları kuşatan bir gönül coğrafyasına kavuştu.
Bu konuda verilen mücadele fiziki olarak Türkiye’nin baştanbaşa adeta yeniden inşa edilmesini engelleyemedi. Yollar, köprüler, hastaneler, okullar, havalimanları ve daha birçok alanda adeta sessiz devrimler gerçekleşti. Sosyal yardımlarda daha önce görülmemiş ciddi yardımlar halka sunuldu.
Bunların tamamı takdire şayan konular. Ve bu alanda hizmetler güçlenerek devam ediyor. Ama özellikle Sayın Cumhurbaşkanımızın da farklı vesilelerle ifade ettiği gibi “şehirleri inşa ederken, nesli/gençliği gerektiği gibi inşa edemedik.” İnsana dair fiziki alanları güçlü ve hızlı bir şekilde inşa ederken yer yer insanı ihmal ettik.
İşte tam da bu nedenle 31 Mart yerel seçimlerinde temel vurgular “tevazu, samimiyet, gayret” oldu. 31 Mart seçim manifestosunun özünü “insan merkezli şehirler” oluşturdu.
Yine bahsettiğiniz gibi ülkemize dolar üzerinden yapılan “ekonomik saldırılar” sonrası dolar kurundaki iyileşmeye rağmen ürün fiyatlarındaki ürkütücü fiyat artışları halen devam ediyor. Ve bu konuda henüz halkın beklediği gerekli ciddi tedbirler alınabilmiş değil. Halk doğal olarak gün sonu cebinden çıkan paraya bakıyor. Aylık geliri ile ay sonunu getirebilmeyi düşünüyor ama bu pek de mümkün değil.
Ak Parti hükümeti bu konuda seçim öncesinde gerekli ciddi tedbirleri almaz ve seçmen için ekonomik olarak bir rahatlama süreci inşa edemezse 2001 öncesindeki durum gibi mevcut ekonomik sorun seçim sonuçlarını da mutlaka olumsuz bir şekilde etkileyecektir. Vakit kaybetmeden yerelde ve genelde gerekli tedbirler alınmalıdır.
Özetle seçmen tercihlerinde en önemli konu başlığı ekonomi ve gün veya ay sonu piyasalardaki olumsuz durumun tek tek seçmenin yaşam standardını nasıl etkilediği olmuştur.
Sizce dış siyaset son dönemlerde iyi yürüyor mu? Suriye başta olmak üzere bölge ateş çemberinde? Ve ABD’nin dolaylı ve net tehditleri ile beraber neler olur, nasıl okuyorsunuz?
Siyaset çok boyutlu bir alan olup içte yapılan hizmetlerle beraber dış siyasette güç dengeleriyle nasıl ilişki kurduğunuzla da yakından ilgilidir. 2002 yılında iktidara gelen Ak Parti o günün şartlarında AB ye katılımla ilgili temel bir dış politika stratejisi belirlemiş ve bu konuda AB ülkeleriyle fasıllar şeklinde uyum yasaları çıkarmıştı. AB ülkelerinin her türlü samimiyetten uzak tavırları zamanla bu konuda gerek kamuoyunda gerekse siyasi olarak birçok kırılmayı beraberinde getirmiş ve AB ile ilişkiler önemini yitirerek dış politikada strateji değişikliğini beraberinde getirmiştir.
Türkiye’nin medeniyet birikiminden ve tarihten aldığı güçle ve sinerjiyle Ortadoğu ve Afrika ülkeleriyle geliştirmiş olduğu işbirliği ve iletişim bazı güçleri rahatsız etmiş ve “yenidünya düzeni” içinde kendine alan açan Türkiye’nin günden güne büyüyen etki alanı birileri için tehlike çanlarının çalmasına neden olmuştu. İşte bu süreçte ARAP BAHARI adıyla özellikle Orta Doğuda “demokrasi, özgürlük” söylemleri ile geniş halk kitleleri sokaklara döktürülmüş ve yüz yılın başında yine bir üst aklın çizdiği sınırlarda iktidar bahşedilen kişiler “diktatör” ilan edilerek alaşağı edilmişti. Hemen yanı başımızda IRAK ve SURİYE de bu olumsuz süreçten etkilenmiş bugünkü insan temel hak ve özgürlüklerine, insan onur ve şerefine yakışmayan tecavüzler, hak ihlalleri, cinayet ve göçlerle bizleri karşı karşıya bıraktı.
Türkiye olarak güvenlik konusu bir yana insanlık adına çok iyi bir sınav verildi ve verilmeye devam ediyor. ENSAR hassasiyetiyle ortaya konan devlet yaklaşımı tüm insanlık ailesine modern zamanda model oluşturmuştur.
Batı yine dün yaptığını yaparak yeraltı ve yer üstü zenginliklerini sömürmek için her türlü kirli planı uyguladı ve uygulamaya devam ediyor. Bu anlamda Türkiye özellikle son dönemde gerek AB ülkeleri gerek ABD ve gerekse güney sınırımızda yaşanan olaylar ve terör eylemleri karşısında doğru bir strateji ve politika uygulamaktadır.
Sayın Öztürkcü bir sosyolog olarak bölge siyasetini değerlendirmenizi rica etmek istiyorum. Bölgede çok genç nüfus var. Devletin ve genelde siyasi partilerin gözle görülür elle tutulur bir projesi yok. Bu alana dönük var mı bir düşünceniz? Özellikle gençlikte büyük değişim ve dönüşüm sağlandığını görüyoruz. Bölgede etnik kimlik daha çok revaçta ve hiçbir projesi olmayan etnik kimlik üzerine siyaset yapan partiler gençler için daha çok cazibeli hale geliyor. Yani ideoloji her şeyden öncelikli halde. Bu çıkmazdan gençler nasıl kurtarılır sizce?
Evet, Van Türkiye’de en genç 4. Şehir olma özelliğine sahip. Yaş ortalamamız 21. Tüm bu veriler ışığında sorunuzu değerlendirdiğimizde özellikle HDP nin genç ve genç seçmenle daha yakın ve daha ikna edici bir süreç yönettiğini söyleyebiliriz.
Gençlik kendi içinde zaten hızlı duygu ve düşünce değişikliklerinin olduğu, düşünceden, mantıktan ziyade duyguların hâkim olduğu, kendini kanıtlama, ispat etme çabasının görüldüğü, kendisini önemli ve değerli olarak gören ve olduğu gibi, yargılamadan, eleştirmeden kabul edenlere karşı yakınlık hissettiği bir dönem olarak karşımızda durur. İdealler uğruna her türlü fedakârlığın yapıldığı, gözü kara tavırla da bir duruşun ortaya konduğu önemli bir süreçler bütünü olarak günlük yaşamda karşımıza çıkar.
Hal böyleyken gencin içinden geçtiği ruhsal hali, beklentileri, kaygıları anlamamak gençle konu ne olursa olsun iletişim kurmayı engellemektedir.
Siyasilerin de aslında yapması gereken öncelikle gelişim psikolojisi, gençlik psikoloji ve sosyal psikoloji gibi konu başlıklarında öncelikle bilgi sahibi olmaları ve devamında da ekiplerinde bu bilgi ve tecrübeye sahip kişileri istihdam etmeleri bir zorunluluktur. Ama maalesef yerelde siyasilerin bu konuda bir hassasiyetin olduğunu söyleyemiyoruz.
Gence gençle dokunmak, genci yargılamak, eleştirmek için değil anlamak ve kendisini anlaması içinde ona rehberlik etmek toplumsal olarak yarınlara güven içinde gitmemiz için çok önemli.
Kendini, şahsiyetini değerleri, medeniyet birikimi ve kendisini eşsiz kılan özellikleriyle inşa etmek isteyen genç bugün herkesin hedef kitlesi olmak zorunda. Sadece siyasiler değil tüm ilgili resmi makamlar ve yerel yönetimler bu işin içinde olmalı, sorumluluklarını hakkıyla yüklenebilmeli. Elbirliği, bilgi ve ferasetle gençlerimizin şahsiyetlerimi milli ve manevi değerlerimizle güçlü bir şekilde inşa edebiliriz.
Gençleri doğru rol modellerle buluşturmalı, sözlerimizden daha ziyade davranışlarımızla örnek olmalıyız. Gençlerde görmek istediğimiz güzel hasletleri önce kendi dünyamızda geçerli ve yaşanılabilir kılmalıyız.
Nebevi uyarıyı dikkate alıp, bugün modern pedagoji ve eğitim psikolojisinin temel ilkesi olacak;
-Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Sevdirin, nefret ettirmeyin” ilkesini gerçek anlamda her alanda hâkim kılmalıyız.
Bu konuda aileden başlanarak okul, yerel yönetimler, kamu kurumları ve en tepede merkezi hükümet ve ilgili bakanlıklarla işbirliği içinde özgün projeler geliştirilmeli ve zaman kaybetmeden hayata geçirilmelidir. Bu konuda sorumluluk tüm topluma ait olup hiç kimse sorumluluğunu bir başkasına veya devlete atmamalıdır. Bu en kolay ve hiç işe yaramayan bir tercihtir.
Bölgenin ve özelde Van’ın ekonomik sosyal ve siyasal yapısı üzerine neler söylemek istersiniz. Özellikle Van siyasetini nasıl buluyorsunuz?
Bölgemiz ama özelde Van her konuda nerdeyse bakir ve büyük bir potansiyeli kendinde barındırmaktadır. Ama tüm bu özelliklerine rağmen nerdeyse son 30 yıldır terör ve güvenlik sorunları nedeniyle hak ettiği değere kavuşamamıştır. Bu konuda artık vakit kaybedilememeli ve her alanda gerekli tüm iyileştirme ve desteklemelerle Van hak ettiği değeri kazanmalıdır. Tabii tüm bu süreçleri yönetecek, bu konuda bir vizyon ortaya koyacak ilgili tüm paydaşları bir masa etrafında toplayıp, toplumsal olarak da algıyı yönetecek kişi ve kurum siyasiler ve siyaset olmalıdır.
Siyaset yapısı etkisiyle kendisini artık olumlu bir şekilde göstermek zorundadır. Bu konuda maalesef yerel siyaset ve yereli Ankara’da TBMM de etkili bir şekilde temsil ettiğimizi düşünmüyorum. Dünden bugüne devreden ve bugünden yarına birçok yeni sorunun kaynağı olacak her bir konuya etkin, gerçekçi ve en önemlisi de “sürdürülebilir” bir şekilde taşınabilmesi için ilgili tüm siyasi parti temsilcileri ve siyasi aktörleri kendi üzerine düşeni yapmalıdır. Her türlü kısır çekişmelerden uzak, toplumsal menfaatleri önceleyen bir tavır ortaya konmalıdır.
Van özelinde başta siyaset olarak ileriye dönük nasıl bir tablo görüyorsunuz? Van hep iki partili bir sürece mi mahkûm kalır yoksa başka partilerde yakın zamanda Van’ın siyasetine ortak olur mu?
Van’ı çok seviyorum. Van her zaman sevdam olmuş ve yaşadığım şehrin bugüne ve yarınına olumlu bir katkı sunmak, iz bırakmak adına hep sorumluluk bilinciyle yaklaşım ortaya koydum.
İnanıyorum ki bugün ortaya koyacağımız doğru tercihler, geliştireceğimiz ortak akıl ve ortak irade ilimizin sorunlarının çözümü ve daha güzel bir Van’ın inşası için belirleyici olacaktır. Özellikle son yıllarda hâkim olan iki partinin hâkimiyeti toplumsal kutuplaşmadan uzak durarak farklı görüşlerinde kendini ifade edebildiği, toplumsal yönetime ortak olduğu bir siyasal yapıyı da beraberinde getirecektir.
Farklılıklarımız her zaman zenginliğimiz olmuştur. Bu nedenle hiçbir farklılığı bir tehdit unsuru görmeden, yok saymadan, alay etmeden ve küçümsemeden anlamlı ve önemli görerek hep birlikte yarınlara yürüyeceğimize inanıyorum.
Özellikle gençlerin yönetimde hak ettikleri değeri görüp görev aldıkları, tecrübe kazandıkları, enerjilerini, samimiyetlerini toplumsal faydaya dönüştürdükleri, üreterek kazandıkları bir Van’ın hep beraber kurulabileceğine inanıyorum.
Bu vesileyle de bana düşünce ve duygularımı ifade etme imkânı sunduğunuz için size çok teşekkür ediyorum. Kaynak:vansiyaseti.com