İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı, Gerontoloji Bölüm Başkanı, Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Akgül, “Korona virüs adı verilen virüsler tarafından ve 2019 yılında keşfedilen hastalığın adı: (COrona Virüs Disease - 2019). Bu hastalık Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2020 yılında PANDEMİ olarak değerlendirildi.
Pandemi; dünyada birden fazla ülkede veya kıtada, çok geniş bir alanda yayılan ve etkisini gösteren salgın hastalıklara verilen genel isimdir. Enfeksiyondan korunma ve kontrol önlemlerini uygulayarak; enfeksiyonun toplumda yayılmasını azaltmak ve böylece pandeminin erken dönemlerinde virüs kapacak olan kişi sayısını ve pandemi nedeniyle ortaya çıkacak vakaları azaltmak mümkündür. Pandeminin toplum düzeyindeki etkisi virüsün bulaştırıcılığına, hastalık oluşturma yeteneğine toplumdaki bireylerin bağışıklık durumuna, bireyler arası temas ve toplumlar arası ulaşım özelliklerine, risk faktörlerinin varlığına, sunulan sağlık hizmetlerine ve iklime bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Korona virüsün yayılma hızına ve insan sağlığı üzerindeki etkisine bakıldığında genel çapta koruyucu önlemlerin artırılmasını sağlamak adına pandemi ilan edildi. Daha önce de dünyada pandemi ilan edilmişti, örnek olarak Kara veba Kolera Grip Tifo Domuz gribi ve şimdi de Kovid-19. Bu virüs çok kolay olarak insandan insana bulaşmakta ve ortam müsaitse neredeyse bulaşmaktan kurtulmak kaçınılmaz olmaktadır. Virüs vücudumuzun herhangi bir yerine veya elbiselerimize bulaşmış ise sorun yok ama sorun bu virüsün ağız, burun veya göz yoluyla vücudun içine sokulmasıdır. Ve bu çok kolaydır çünkü insanoğlu istese de istemese de, bilinçsizce her dakika elini bu giriş yollarına sürmektedir. Virüs bu yola girince burun boşluğundaki sinüslere, burun mukozasına, yutak bölgesine, nefes borusuna, akciğerlere yayılmaya başlar. Solunum yollarını döşeyen hücrelere gelir ve bu hücreler kendi yüzeyinde bulunan bazı yapılar ile ne yazık ki hücrenin içine girecek yer bulur. Unutmayın virüsün yaşaması için mutlaka hücrenin içine girmesi gerekir” dedi.
Hücrelerimizi bir oda gibi düşünürsek, virüsün yaşamak için odanın içinde olması gerektiğini ifade eden Dr. Akgül, “Çünkü yaşam için gerekli ortam odanın içindeki güzel ortamdır. Odanın içine girmek için virüsün kapıyı çalması ve kapının da açılması gerekir. Duvardan geçemez. İşte bu kapının adı ACE2. (ACE demek “Anjiotensin Converting Enzim” in baş harfleri). Peki niye 2? Bir yerde “2” var ise “1” de vardır: ACE1. Bu ACE1 kapısı da özellikle kalp ve damar hastalıkları için önemlidir. Bu kapı vücutta anjiotensin 1 enzimini anjiotensin 2 ye çevirir yani anjiotensin 2 artınca hipertansiyon artar, kalp hastalıkları artar, damar hastalıkları artar. Bu nedenle tansiyon hastalarına ACE1 azaltan ilaçlar verilir. Anjiotensin 2 çok güçlü bir şekilde damarlarda kasılmaya neden olur, bu da ciddi tansiyon yükselmesine, kalp krizine, beyinde kansızlık ve felç geçirmelere neden olur, kalpte doku artışına, damar sertliğine neden olur. Böbrek dokusunu bozar, kan pıhtılaşmasını ve damarda pıhtı oluşumunu artırır. Sinir sistemimizi aktive ederek stres hormonlarının aşırı çalışmasını sağlar. Bu nedenle ACE1 kapısı ilaçlar tarafından engellenirse tansiyon azalır, kalp krizi riski düşer, felç azalır, kalp yetmezliği düzelmeye başlar, damarlar genişler, bütün doku ve organların kanla buluşma şansı artar. Bu ilaçlara örnek (piyasa ismi değil, etken maddeler): kaptopril, enalapril, lisinopril, silazapril, perindopril, benazepril, kinapril, fosinopril, trandolapril, ramipril ve zofenopril, yani sonu “pril” ile biten ilaç etken maddeleridir.
Bu ilaçlara ACE Azaltan İlaçlar adı verilir ve özellikle hipertansiyon tedavisinin yanısıra kalp yetmezliği, koroner arter hastalığı, diyabetik nefropati ve idaradan protein kaybeden hastalarda tedavi için uygulanır. Her ne kadar bu kadar yararlı olsalar da tabii ki istenmeyen etkileri de vardır: böbrek yetmezlikli hastalarda ve aldesteron hormonu fazlalığı olan hastalarda kanda potasyum birikime yol açacağı için çok dikkat edilmelidir. Böbrek damarları tıkalı hastalarda kullanılırsa böbrek yetmezliğine yol açabilmektedirler. Gebelerde kullanılamazlar. Ayrıca vücutta ödem ve potasyum yüksekliği de yaparlar. Bu ilaçların ilginç bir yan etkisi de kuru öksürük dür. Bu önemli çünkü Kovid-19’da da kuru öksürük şikayeti mevcuttur. Kuru öksürüğün en önemli nedenlerinden biri ilaçlara bağlı yan etki olmasıdır ama şu günlerde kuru öksürüğü olan acaba Kovid-19 mu yoksa aldığımız ilaçlara mı bağlı veya her ikisi bir arada mı? Burada önemli olan akciğerde radyolojik bozukluk yapıp yapmamalarıdır. Yani kuru öksürüğünüz var iken akciğer filmleri temiz ise bu ilaçlara bağlı kuru öksürük olma şansı çok fazladır. Tansiyon hastalarında kuru öksürük yapan en bariz ilaçlar: ACE azaltan ilaçlar (ACE inhibitörleri) ile beta bloker ilaçlardır. Bu öksürüğün nedeni hava yollarında kasılmalardır. Bu kasılmaya neden olan diğer ilaçlar da aspirin, bazı ağrı kesiciler ve antibiyotiklerdir. ACE önleyici ilaçlarda oluşan öksürük kurudur, boğazda gıcıklanma ve kaşınma hissi de yapar. Bu ilaçları kullanan hastaların yüzde 5-35’inde bu kuru öksürük görülmektedir. Bu öksürük doza bağlı değildir yani çok ilaç içende daha çok olacak diye bir kural yoktur. Tek bir hap alsanız da olabilir. İlginç olarak kadınlarda, sigara içmeyenlerde ve Çinlilerde daha sık gözlenir. Öksürük ilk dozdan sonra saatler içinde görülebilir veya tedavi başladıktan haftalar hatta aylar sonra da görülebilir. İlaç kesildikten sonra 1-4 hafta içinde öksürük kendiliğinden kaybolur. Kaybolduktan sonra tekrar aynı ilaç kullanılırsa %30 hastada tekrar öksürük gözlenmez. Yani aynı ilacın kullanılması gerekiyor ise doktorunuz tekrar aynı ilacı verebilir” diye konuştu.
Kovid-19 a bağlı kuru öksürükten farkının, laca bağlı kuru öksürüğün akciğer dokusuna zarar vermediği bu nedenle çekilen filmlerde yani direk akciğer grafisi veya akciğer tomografisinin normal olması olduğunu kaydeden Dr. Akgül, “Diğer çok önemli bir konu da tansiyon hastaları için kullanılan ACE 1 azaltıcı ilaçların hücrede ACE2 sayısını artırmasıdır. Bu durum da düz mantık hesabıyla, ne kadar ACE2 artarsa gelen virüslerin hücre içine girişi artar yani hastalık artması demektir. Yani ne kadar kapı açık olursa odanın içine o kadar istenmeyen misafir girer.Zaten Çin tecrübesinden aldığımız tecrübe ile korona virüs hastalığı tansiyon yüksekliği olan kişilerde çok daha ağır hatta ölümcül seyrettiğidir. Aslında hipertansiyon hastalarında korona virüsünün bu denli kötü gidişli olması sürpriz bir sonuçtur çünkü hipertansiyon hastalarında ACE2 reseptörleri azalmıştır ve ayrıca hipertansiyon ile enfeksiyon hastalıklarının artışı arasında bir ilişki yoktur. Enfeksiyona yatkınlık diyabet hastalarında vardır ama hipertansiyon hastaları öyle değildir. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki, tabii ki ileride yeni verilerle fikirlerimiz değişebilir, dünyada en önemli ve en sık ölüm nedeni kalp ve damar hastalıklarıdır. Tansiyon yüksekliği kendi başına en önemli nedenlerden biridir. Bu nedenle şimdilik tansiyon ilaçlarımızı değiştirmeme tarafındayım. Önemli olan tansiyon düzeyimizi düzenlememiz ve virüse yakalanmamamızdır. Virüs bulaştıktan sonra şu enzim fazla bu enzim az durumuna bakmamakta, tüm sistemi harap etmektedir. Bu nedenle özellikle tansiyon hastalarının virüs olabilecek yerlerde bulunmaması gerekir. Virüsün varlığından şüpheli olunmayan tek yer, kapısı kapalı duran kendi evlerimizdir” açıklamalarında bulundu.