Yılmaz Çelik Köklü Değişim'de yazdı:
Geçen hafta Beyaz Saray’da düzenlenen bir basın toplantısında ABD Başkanı Donald Trump, 175 milyar dolarlık "Altın Kubbe" hava savunma sistemini hayata geçireceklerini duyurdu. Trump’ın ilk olarak ocak ayında sipariş ettiği bu sistem; gelen füzeleri tespit etmek, izlemek ve potansiyel olarak engellemek üzere bir uydu ağı oluşturmayı hedefliyor. Bu tür sistemler görünürde savunma amacı taşısa da, aslında emperyal planların güvenlik mimarisini temsil etmektedir. Ne acıdır ki bugün, 57 halkı Müslüman ülkenin yönetimleri, ümmetin korunmasına yönelik adımlar atmak bir yana, bizzat ABD’ye kalkanlık yapmaktadır.
Bu makalede siyasi bir değerlendirme yapmaktan ziyade dikkati farklı bir noktaya çekmek istiyorum.
Dünyadaki herhangi bir ülkenin, halkını dış tehditlere karşı korumak adına askerî tedbirler alması, hazırlıklar yapması, siyasi planlamalar oluşturması ve stratejik adımlar atması doğaldır. Nitekim Türkiye de havadan gelebilecek tehditleri bertaraf etmek amacıyla “Çelik Kubbe Projesi”ni başlattığını duyurmuştu. Elbette bu hazırlık kıymetlidir. Ancak bu çelik kubbe, dünya üzerindeki tüm Müslümanları değil de yalnızca “yerli ve millî” bir çerçevede Türkiyeli Müslümanları koruyacaksa, bunun ümmet nazarında hiçbir anlamı ve kıymeti kalmaz. Zira bu topraklar, henüz bir asır önce son payitaht sıfatıyla tüm Müslümanlar için bir güvenlik şemsiyesi, bir koruyucu kubbe işlevi görüyordu.
Tarih boyunca Müslümanların birlik, güç ve adalet arayışının timsali olan Hilâfet; sadece bir siyasî otorite değil, aynı zamanda ümmetin manevî kalesi ve direnişin sembolü olmuştur. Bugün Hilâfet’in yokluğu, ümmetin içine düştüğü dağınıklığın, zayıflığın ve zulümlere karşı gösterilen sessizliğin temel sebeplerinden biri olarak görülmektedir.
1924 yılında Hilâfet’in ilgasıyla birlikte Müslümanlar için stratejik öneme sahip olan bu koruyucu kubbe ortadan kaldırılmış; ümmet, bir asırdır bu kalkandan mahrum bırakılmıştır. Şüphesiz ki bu kubbenin, yani Hilâfet’in yıkılması, Müslümanlar açısından asrın en büyük felaketidir. Zira Hilâfet’in yıkılması, sıradan bir devletin tarih sahnesinden silinmesi değildir. O, İslâm ümmetinin siyasî liderliğini temsil eden; Müslümanları bir arada tutan ve Batılı sömürgecilerin yüzyıllar boyunca yıkmak için mücadele ettikleri bir devlettir.
Hilâfet’in ümmet için taşıdığı önem tartışmasızdır. O, Müslümanların farklı coğrafyalarda aynı hedefe yönelmesini sağlayan bir çatı kurumdur. Tıpkı aynı bedenin uzuvları gibi, ümmetin farklı kesimlerinin birbirinden haberdar, bağlı ve dayanışma içinde olmasını temin eder.
Yine Hilâfet, İslâm ümmeti için bir siyasî güç ve koruma kalkanı görevini ifa eder. Zira bugün İslâm beldelerinde yaşanan işgaller, zulümler ve parçalanmışlık doğrudan Hilâfet’in olmamasının sonucudur. Hilâfet, Müslüman halklar için sadece bir ideal değil, aynı zamanda fiilî bir koruma zırhıdır. Müslüman kanının bu kadar ucuz olmaması için Hilâfet elzemdir. Bu zırhın yokluğunda, kubbesiz/kalkansız geçen bir asırda yaşanan acılar, zulümler, fakirlik ve sahipsizlik, bu felaketin boyutlarını gözler önüne sermektedir. Hilâfet varken, Mescid-i Aksâ’nın Yahudiler tarafından işgal edilmesi tahayyül edilebilir miydi? Müslümanlar tarihin başka hangi döneminde böylesine bir sahipsizliğe mahkûm edildi?
Bugün Gazze’de ve diğer İslâm beldelerinde yaşanan sahipsizlik, katliam, soykırım ve mezalim; bu kalkanın olmamasının neticesidir. Öyleyse bu zırh olmadan Mescid-i Aksâ özgürlüğüne nasıl kavuşabilir?
Bugün yaşadığımız felaketlerin asıl sebebi, parçalanmış beldelerimizi birleştirecek; zayıf ve yoksul bırakılmış ümmeti güçlendirecek; sahipsizliğimizi sonlandıracak Râşidî bir kalkanın olmamasıdır. Bu sebepledir ki Müslümanlar, halifesiz/kalkansız kalınmasın diye bu meseleye daima hassasiyet göstermiştir. Çünkü halife demek, Müslümanların kendisiyle korunduğu kalkan demektir. Nitekim Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
[إِنَّمَا الإمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ] “Muhakkak ki imam (halife) kalkandır; onunla savaşılır ve onunla korunulur.” [Müslim, Kitâbu’l-İmâre, 1851]
Sahâbe RadiyAllahu Anhum, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in vefatından sonra ilk iş olarak halife seçimiyle ilgilenmiş; üç gün içinde içlerinden birini halife tayin ettikten sonra Rasulullah’ın defniyle meşgul olmuşlardır. Naaşı henüz ortadayken bu meseleyle meşgul olmaları, Hilâfet’in ümmet nezdindeki önemini açıkça ortaya koymaktadır.
Müslümanlar da bu düsturla, tarih boyunca bir halifeye bağlı kalarak Allah’ın rızasını kazanmak için mücadele ettiler. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in vefatından Hilâfet’in kaldırılışına kadar bu zırhla korundular, bu çatı altında dinlerini yaşadılar ve bu kalkan sayesinde zaferden zafere koştular. Dönemin Amerika’sı, Çin’i, Rusya’sı olan Bizans ve Kisrâ’yı tarihin karanlık sayfalarına mahkûm ettiler. Bu zırh sayesinde İslâm’a ve Müslümanlara zarar vermek isteyen kâfirlere, zalimlere ve müstekbirlere karşı görev ve sorumluluk bilinciyle hareket ederek kalplerine korku saldılar. Hilâfet, mazlumların umudu; zalimlerin ise kâbusu olmuştur.
Bugün Müslümanları ümmet şuuru ile koruyacak emin bir bekçiye ihtiyaç olduğu apaçık ortadadır. Ümmetin maslahatlarını önceleyecek, kâfirlerin kalplerine korku salacak ve bir emirle İslâm ordularını harekete geçirerek işgalci Yahudi varlığını mübarek Filistin topraklarından temizleyecek bir halifeye, bir kubbeye, bir Râşidî Hilâfet’e her zamankinden daha fazla muhtacız.
Hilâfet sadece bir tarih sayfası değil; ümmetin bekası için vazgeçilmez bir kurumdur. O, “Müslümanların kalkanı”, “adaletin bekçisi”, “birliğin teminatı”, “dinin koruyucusu”, “imanın muhafızı”, “ırzın ve namusun teminatı”, “canın ve malın koruyucusu”, “mukaddes beldelerin muhafızıdır.”
Bugün Hilâfet talebi, geçmişe bir özlem değil; geleceğe dair güçlü bir vizyonun adıdır.
Zira Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın vaadi ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi olan ikinci Râşidî Hilâfet “kubbe”sinin kurulmasını hiçbir güç engelleyemeyecek ve kapitalizmin girdabında boğulan insanlık onunla yeniden hayat bulacaktır:
[ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً، فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلاَفَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ] “Sonra zorba yönetimler olacak. Allah’ın dilediği kadar sürecek, sonra onu kaldıracak. Ardından Nübüvvet Metodu üzere bir Hilâfet gelecektir.” [Ahmed b. Hanbel, Müsned, 17680]