Bir Doğulu vatandaş, eski Türkiye döneminde neler yaşandığını anlatan bir ibretlik yazı kaleme aldı.
İşte Doğulu vatandaşın ibretlik sözlerinin yer aldığı o yazı;
Hatırlatmak ama doğruya doğru söylemekte fayda var. Altını çizerek söylemek isterim. “Eskiden her şey kötü idi ama sonradan her şey düzeldi” demek istemiyorum. Elbette ki şimdi de yaşanan olumsuzluklar veya daha da arzulanan durumlar vardır. Ben burada bazı konularda 20 yıl öncesi ile şimdiki durumu karşılaştırmak istiyorum sana. Hikaye kıvamındaki bu yazıda bazı gerçekleri sana anlatacağım.
Kıymetli genç Kürt kardeşim,
Hikaye kıvamındaki bu yazıda bazı gerçekleri sana anlatacağım.
Belki biliyorsundur. Belki zamanla unutmuşsundur.
Belki de yaşın itibariyle bilmiyorsundur. Birilerini eleştirme k veya birilerini övmek değildir amacım.
Gizli saklı olmayan ve memleketimizde gerçekleşen bazı yaşanmış zorlukları dile getireceğim.
Söylediklerime de hemen inanma istersen. Etrafında sor soruştur.
Doğruya doğru çıkmazsa kabulümdür.
Göreceksin ki bu anlattıklarım Siirt, Batman, Mardin, Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak, Van, Ağrı, Muş, Bingöl, Bitlis, Tunceli’de yoğunlukla yaşandı.
Kısmen de olsa Erzurum, Ardahan, Kars, Iğdır, Şanlıurfa’da da yaşandı.
Vaktiyle geçmişte yaşanan ile günümüz yaşananları o kadar farklı şeyler ki adeta siyah ile beyaz kadar arada farklar olduğunu göreceksin.
Dedim ya lütfen sor, araştır. Ondan sonra düşün.
Elbette çevrende düşüncesi ne olursa olsun doğruyu söyleyen daha yetişkin birilerini bulursun. Sevse de sevmezse de Sezar’ın hakkını Sezar’a veren çok kişiyi bulup sorabileceğinden eminim.
Yazdıklarımın doğru olduğuna kanaat getirdiğinde veya buna inandığında vicdanının sesini dinlemeye ne dersin?
Çünkü doğrudan yana değerlendirme yapmak önemli bir insanı görevdir.
Zaten insan olarak hepimizin amacı da doğruları söylemek ve doğrulara dayanmak değil midir?
O zaman hayatımıza doğru olarak dokunan ve hayatımızı daha da kolaylaştıran kimlerdir?
Buna karşı hayatımıza yanlış dokunan ve hayatımızı daha da zorlaştıranlar kimlerdir? Bunların arasındaki farka bakmak gerekmez mi?
Sanırım bu konuda hemfikiriz.
İşin özünde beni kim sevmiş, kim bana samimiyetle bakmış, kim bana değer vermiş, kim Allah için beni de sevmiş?
Bunun karşısında beni kim sevmemiş, bana kim göstermelik bakmış, kim bana değer vermemiş?
“İyi de bunları nasıl anlayabilirim” dediğini duyar gibiyim?
“Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz” derler ya. İşte böyle basit bir durum var ortada. Şimdi yaklaşık 20 yıl öncesine bakalım. Doğu ve Güneydoğunun yukarıda sayılan illerinde durum nasıldı?
Bu makus talih veya durum sonradan kim tarafından ve nasıl değiştirildi?
Aslında yaşananlar ve gerçekler kabak gibi ortadadır ama üzerinden zaman geçince bazı şeyler unutulabiliyor.
İnsanlık halidir.
Rahata, belli konfora, özgürlüğe, daha iyiye alışınca bazı şeyleri unutabilmek de mümkün olabiliyor.
Neticede hepimiz insanız. Unutabiliyoruz. Belki daha iyiye ulaşınca veya alışınca daha da iyisini istemek gibidir.
Aslında bu da normaldir ama geçmişi de bilmek gerekir ki geleceğe daha iyi bakalım. Hatırlatmak ama doğruya doğru söylemekte fayda var.
Altını çizerek söylemek isterim. “Eskiden her şey kötü idi ama sonradan her şey düzeldi” demek istemiyorum.
Elbette ki şimdi de yaşanan olumsuzluklar veya daha da arzulanan durumlar vardır.
Ben burada bazı konularda 20 yıl öncesi ile şimdiki durumu karşılaştırmak istiyorum sana. Hangi konular?
Özellikle yukarıdaki illerde 20 yıl öncesi Kürt kökenli kardeşlerimizin yolculuğunu, müziğini, dilini, güvenliğini, yaşamını, kısacası serüvenlerini mümkün olduğunca kısaca anlatacağım.
Bunlar düşünce veya yorum değildir.
Yaşananlardır. Halen milyonlarca kardeşin de bunları biliyor veya yaşamıştır.
Hepimiz de daha iyi bir gelecek istiyoruz değil mi? O zaman daha doğrulara doğru adım atmak gerekmez mi?
Aklın, vicdanın, merhametin yolu bu değil mi?
Sanırım bunda da hemfikiriz.
Sözü uzattığımın farkındayım.
Hemen konulara geçelim istersen.
KÜRD’ÜN YOLCULUĞU
Şimdi sana sıradan herkesin yaşadığı bir örneği vereyim.
Yıl: 1990’ların Türkiye’si. Siirt’ten otobüse binip 25 - 30 saat sonra İstanbul’a geliyordun.
Yollar düzeldi falan demeyeceğim. Konumuz bu değil.
Siirt’in çıkışında ilk güvenlik araması ile karşılaşıyordun.
Arama noktasına girmeden kimi otobüs şoförü eğer Kürtçe bir müzik kaseti koymuşsa hemen ve alelacele kaseti değiştirip farklı bir kanala geçiyordu.
Sıkıyorsa yapmasın.
Kimlik kontrolü…
Hadi bakalım. Herkes kimliğini çıkarsın ve aşağıya insin.
Otobüs yol kenarına çekiliyordu.
Sonraki otobüsler geliyor ve aynı şekilde sıraya giriyordu.
Kimlikler toplanıyor, GBT kontrolleri yapılıyor, bagajlar aranıyordu.
Bir aksilik çıkmazsa en erken yarım saat sonra yola devam ediliyordu.
Muavin, yolcuların kimliklerini toplu olarak görevlilerden alıp kontrol ederek dağıtıyordu.
Zaman zaman kimlikler de karışıyordu tabii. Neyse ki yolculuğun ilerleyen sıralarında kimlikler sahiplerini buluyordu. Otobüs yola devam ediyordu. Kurtalan çıkışında yine aynı muamele.
İyi günler sayın yolcular.
Kimlik kontrolü…
Aşağıya…
Arama, tarama, kimlik dağıtımı…
Malatya’ya kadar güvenlik gerekçesiyle reva görülen bu eziyet devam ediyordu.
Hal ve şartlara göre gerekip gerekmediği elbette tartışılabilir.
Batman çıkışında…
Bismil’de…
Diyarbakır giriş ve çıkışında…
Elazığ Maden ilçesinde…
Elazığ çıkışında…
Hep aynı uygulama…
İyi günler sayın yolcular.
Kimlik kontrolü…
Aşağıya…
Arama, tarama, kimlik dağıtımı…
Haklılık payı var mı yok mu yazının sonunda sen karar ver istersen…
Bu dertten herkes muzdarip ama ses çıkaran fazla olmadığı gibi çıkarsan da nafile gibi bir şeydi…
Ben Siirt - İstanbul yolculuğunu anlattım ama diğer illerden hangi istikamete olursa olsun gidenlerin durumu da aynı idi. Tek farklı olan şey gidilen yolun güzergâhı idi.
Sanmayın ki sadece otobüs yolculuğunda oluyordu bunlar…
Özel aracıyla gidenlerin durumu da çok farklı değildi.
Lütfen sorun tüm bunları.
Belki yirmili yaşlar bunu pek görmedi veya duymadı ama böyle bir yolculuk yaşamayan otuzlu ya da üzeri yaşta bir insan var mı Doğu ve Güneydoğu’da?
Böyle bir şeyi düşünmek bile insana şimdi zul geliyor değil mi?
İnanmak bile…
Maalesef ki genç Kürt kardeşim, senin annen, baban, abi ve ablaların velhasılı kelam tüm akrabaların, hemşehrilerin bunu yaşadı.
Bunların nedeni neydi?
Kim, hangi zihniyet bunları yapıyordu?
Konu uzar diye girmiyorum.
Peki böyle bir düzene kimin vicdanı el vermedi?
Kim buna dur dedi?
Yurdun her yerinden insanımızın iradesiyle demokratik ve meşru yetkiyi alan Ak Parti ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın vicdanı el vermedi ve buna adeta “dur” dedi.
Ne diyordu?
Türk’ü, Kürd’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Arab’ı hepsi benim kardeşlerim…
Yaratılanı severiz Yaratan’dan ötürü.
Peki, şimdiki otobüs yolculuğunu düşünelim veya soralım.
Eskiden eser var mı?
Kaç saatte ve nasıl gidebiliyoruz?
Uçak, tren, özel araç yolculuğunu sormuyorum bile…
KÜRD’ÜN MÜZİĞİ
Bir başka yaşanan trajedi ise Kürtçe müzik idi.
Müzik deyip geçmeyelim. Yeri gelir öyle önemli olur ki…
Ruhun gıdası demeleri herhalde bundandır.
Şimdi istediğin müziği dinleyebildiğinin farkındayım.
Aslında bize göre şanslı olduğunu da söylemeliyim.
Müzikte ne var ki herkes istediği müziği dinliyor zaten…
Diyorsun ama öyle değildi…
Sen şu anda istediğin Kürtçe müziği dinleyebiliyorsun.
Keyfine kalmış bir şey…
İster radyo televizyon, internet, ister başka yöntemler…
Peki yirmi yıl kadar öncesi nasıldı?
Aklıselim ve vicdan sahibi, doğruya doğru diyebilen çevrendeki tanıdıklara sorabilirsin.
Lütfen sor ki doğruyu ve doğru insanları öğrenesin.
Hanya ile Konya’nın anlaşılmasını istemiyor muyuz?
Evet. Her doğru insan gibi biz de doğruyu istiyoruz değil mi?
O zaman söyleyelim.
Kürtçe müzik yasaktı.
Kanunda olmazsa bile yasaktı işte…
Terörü, bölücülüğü, şiddeti, nefreti, ırkçılığı ifade eden müziği söylemiyorum.
Aşkı, sevgiyi, doğayı, kısaca insani hislerimizi ifade eden müziği diyorum.
Yaasaaktııı.
Oysa sen, Allah’ın takdiri olarak, elinde de olmayan ve her ırk veya millet gibi ana dilinde düşünmeyi, şarkı söylemeyi istiyordun.
Bundan doğalı ne olabilirdi?
Şivan Perver, Ayşe Şan, Aram Tigran, Şakıro ve daha onlarcası…
Gayet de doğal ama.
Jandarma köye geldiğinde senin annen baban bunların kasetlerini saklamak için fellik fellik yer arıyordu.
Korku içinde ecel terleri döküyordu.
Şehirlisi farklı mıydı?
Hayır. Aynı tas aynı hamamdı.
Kaset dedim de öyle İstanbul’daki plakçılarda doldurulmuş kalite sesli kasetler değildi.
Kıyıda köşede kasetçalar vasıtasıyla kayıt yapılmış veya komşu ülkelerden bir şekilde saklanarak sokulmuş kasetlerden bahsediyorum.
Ahmet Kaya örneğini biliyorsun değil mi?
Kürt, müzisyen, sosyal demokrat, aydın insan…
Her kesimin de müziğini dillerden düşürmediği sanatçı…
Bir müzik organizasyon gecesinde çıktı ve dedi ki “ben Kürtçe bir kaset çıkarmak istiyorum. Cesaretli bir müzik yapımcısını arıyorum.”
Ne oldu sonrasında?
Sonrası değil hemen aynı anda hakaretler edildi.
Tabak, bardak, çatal ele ne geçtiyse kendisine fırlatıldı.
Adeta linç edildi.
Yurt dışına çıkmak zorunda kaldı.
Bu günün Türkiye’sinde böyle bir hadise düşünebiliyor musun?
Ahmet Kaya, daha o zamanlar, yani İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı olan Erdoğan’ın düşüncesini ve insan sevgisini erken teşhis etmiş olacak ki hayranlığını dile getirip cezaevine yolcu etti.
Anlayacağımız desteklerini açıkça ilan eden bir değerdir.
Mekânı cennet olsun.
Erdoğan Hükümeti kurduğunda Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yasaklı muamele gören Kürt müziği anlayışını hiç benimsemedi.
Erdoğan ile birlikte adeta Kürt müziği özgürlüğüne kavuştu.
Her sanatçı çekinmeden kasetini çıkardı. Her vatandaş istediği müziği söyleyip dinledi ve dinliyor.
Bu sorun Türkiye’de şu an var mıdır?
Tarihin çöplüklerinde olan bir konu değil midir?
Eminim geçmişteki uygulamaların nasıl sorun olduğunu yadırgıyorsundur.
Bırakın serbestliği, bugün yirmi dört saat Kürtçe müzik yayınını devletin TRT’si yapıyor.
Ötesi var mı?
Buna karşı durup yasağı benimsemeyen ve yasaklılığı özgürlüğe çeviren Erdoğan değil mi?
Ailesinin istemesi halinde Ahmet Kaya’nın yurt dışında bulunan naaşını Türkiye’ye getirmeye hazır olduğunu da ifade eden Erdoğan değil mi?
Bu, cesaret ve kararlılık isteyen bir husus değil mi?
Peki bunu yasaklayan kimlerdi?
Hangi zihniyet veya parti idi?
Sormak gerekmez mi?
Bence soralım ve bize bir adım değil koşan kişi veya kişileri de en azından bilelim.
Sorduğunda halen bu kişi ve zihniyetin ortada olduğunu göreceksin.
KÜRD’ÜN DİLİ
Dil, kültürün ana unsurlarındır değil mi? İnsanın kendini ifadesidir.
Allah’ın bir takdiri ve lütfu…
Geçmiş Türkiye’sinde Kürtçenin müzikten pek farkı yoktu aslında.
Bakmayın,
Şimdi okullarda seçmeli ders olduğuna,
İsteyenin Kürtçe radyo ve televizyon yayını yaptığına,
Devletin televizyonunda 24 saat Kürtçe yayın yapan özgü televizyon kanalı olduğuna,
Kütçe gazete, kitap, roman, şiir vs yayınların olabildiğince varlığına,
Kürtçe kursların olduğuna,
Üniversitelerde Kürdoloji bölümlerinin olduğuna,
Hatta ve hatta seçim propagandalarında Kürtçenin rahatça konuşulduğuna, seçim kampanyalarında bangır bangır Kürtçe müzik anonslarına.
Birkaç yıl önce haberlerden hatırlıyorum. Belki sen de hatırlarsın. Türkçe bilsen de mahkemelerde eğer meramını Kürtçe olarak daha iyi anlatabiliyorsan Kürtçe savunma da yapabiliyorsun.
Ama gel gör ki…
Yasaktı bir zamanlar. Bir zamanlar derken aslında daha dün gibi…
Çok değil. Ak Parti öncesi idi tüm bunlar. Birçoğumuz Türkçeyi okullarda öğrenirdik. Hastaneye gidiyordun. Hastalığını anlatamıyordun. Valilik, adliye, emniyet, jandarma, nüfus…
Aklına gelen tüm kamu kurum ve kuruluşlarında…
Yasaktı hemşehrim.
Tüm diller Allah’ındır ama senin dilin yasaktı.
Tıpkı bir zamanlar ezanın ve dini gereklerin bu ülkede yasak olduğu gibi.
Şunu düşünsenize Allah aşkına.
Bir genç hasbel kadar suç işliyor. Cezaevine giriyor.
Anne babası hiç Türkçe bilmiyor.
Olamaz mı? Pek ala olur.
Bu genç, haftalık veya aylık ya da bayramlarda ailesine telefon hakkı içinde görüşme yaparken sadece Kürtçe bilen annesinin son derece insani olan hal hatır sorulmasına bile izin verilmeden telefonu kesiliyordu.
Sebep?
Kürtçe konuştuğu için?
İngilizce konuşabilirdi mesela…
Su anda böyle bir tartışmayı bile yadırgarız değil mi?
Çünkü bu mevzuat da değişti.
Sorun bakalım.
Cezaevlerinde binlerce kardeşinizin anne ve babaları bunları dün yaşamadılar mı?
Bugün yaşıyorlar mı?
Bugün böyle bir sorun var mı?
Peki bunları yasaklayan kimlerdi?
Hangi zihniyet veya parti idi?
Peki bunu kim değiştirdi?
Öyle olamaz, dedi.
Sormak gerekmez mi?
Bu, cesaret ve kararlılık isteyen bir husus değil mi?
Bunu değiştiren iradenin başında Recep Tayyip Erdoğan yok mu?
Bunu niye yaptı?
Kendilerinin tabiriyle “Türk de Kürt de benim kardeşimdir. Yaratılanı severim Yaratan’dan ötürü” düşüncesinin benimsenmesi değil mi?
İki kelimeyle ifade edeceksek, “insan sevgisi” değil mi?
KÜRD’ÜN GÜVENLİĞİ VE YAŞAMI
Mesele uzuyor. Farkındayım.
Aslında her bir konu kitaplara, filmlere konu olabilecek kadar geniş geniş yazılabilir.
Sorduğunda bir zamanlar güvenlik gerekçesiyle ilinizde bir kısım köylerin boşaltıldığını, insanların göçe zorlandığını göreceksin.
Sebebi neydi, kim, niçin, nasıl yaptı?
Kim nemalandı bundan?
Çok su götüren bir konular...
Birileri gelir, çoluk çocuk köylüleri toplatır. Peşinden diğeri gelir aynı şekilde…
İnsan kaçırmaları…
Faili bulunamayan (!) cinayetleri…
Faili meçhulleri ve beyaz Toroslar meselesini ..
Duydun mu?
Ya köylerin boşaltılmasını…
Allah korusun şimdi boşaltılan köy var mı?
Aksine köyleri boşaltılanlar, göç etmek zorunda kalanlara ne oldu biliyor musun?
Alınan güvenlik önlemleri sayesinde ve kendilerine ev yapılarak, mağduriyetleri giderilerek köylerine geri gönderilmedi mi?
Şu an bu durumda geri gelen binlerce Kürt köyü ve köylüsü yok mu?
Araya bir parantez açayım izninle.
Köylerin halk arasında bilinen ve yerleşik eski isimleri de yasaktı.
Şimdi köy tabelalarında ve devlet listesinde bile yerleşim yerlerinin eski yani Kürtçe isimlerinin parantez içinde yazıldığını görüyoruz değil mi?
Devam edelim.
Faili meçhuller sonradan sıradanlaştı mı? Hayır. Tam aksine…
Faili meçhuller yok denecek kadar azalmadı mı?
Sıra dışı yol kontrolleri var mı artık?
Karanlık bastı mı biten hayat var mı artık? Çarşı, pazarlar cıvıl cıvıl değil mi?
Rahatça her yere gidilebilir mi?
Peki tüm bu karanlık ve ölüm kokan coğrafyada yaşananlar neydi?
Hangi partiler veya hükümetler zamanında oldu?
Hangi bakanlar vardı?
Bu partiler, hükümetler, bakanlar halen var mı?
Sizden oy da istiyorlar mı?
Bilmiyorsan, görmediysen, duymadıysan lütfen sor?
Daha dün gibi hatırlayanları göreceksin. Şunu da sor lütfen: Erdoğan zamanında bunlar yaşandı mı?
Bunu sona erdiren, Allah rızası için insan seven iradeyi temsil eden Erdoğan değil mi?
Bu, cesaret ve kararlılık isteyen bir zorlu iş değil mi? Bunu niye yaptı?
Bizim bunu görmemiz gerekmiyor mu?
Sen söyle…
Son olarak şunu da söyleyeyim.
Bu yazıyı bile ulaştığımız özgür ve güvenlik ortamı sayesinde yazabiliyorum.
Aksi halde ne mümkün idi?
Doğruların, insani iyilik ve duyguların bilinmesi…
Tüm bunların vicdan süzgecinden geçirilmesi umuduyla…