- İstanbul Medipol Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Gökhan Silahtaroğlu: - 'Uzaktan eğitimi yapamam veya ben buna inanmıyorum diyenlerin sayısı oldukça azaldı' - 'Örgün öğretimde bizim en büy?
İSTANBUL (AA) - ABDULKADİR GÜNYOL - İstanbul Medipol Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Silahtaroğlu, uzaktan eğitime bazı öğretim elemanlarının sıcak bakmadığını ancak koronavirüs salgını ile beraber 'uzaktan eğitimi ben yapamam' ya da 'ben bu eğitim sistemine inanmıyorum' diyenlerin sayısının azaldığını söyledi.
İstanbul Medipol Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Gökhan Silahtaroğlu, yeni tip koronavirüs ile birlikte kullanılırlığı artan uzaktan eğitim sistemini değerlendirdi. Sanal sınıfların aslında uzun bir süredir kullanıldığına değinen Silahtaroğlu, "Sanal sınıflar örgün öğretimin yerini almaktan ziyade örgün öğretime bir destek olarak düşünülebilir.
Örgün öğretimin, alternatifi olarak düşünülecekse bu takdirde örgün eğitimin avantajlarını sanal sınıflarda kullanamayacaksınız. Bunun için sanal sınıfları kendi avantajlarını ön plana çıkartarak kullanabiliriz. Ancak şu anda bu salgın çerçevesinde yapılan uzaktan öğretimler benim gözlemlediğim kadarıyla örgün eğitimin taklidi şeklinde yapılmaktadır. Oysa uzaktan öğretim kendine has özellikleri ve avantajlara sahip bir öğretim şeklidir. Günümüzün internet video aktarım ve genel çerçevede iletişim teknolojilerini düşünecek olursak sanal sınıflar çok daha farklı şekillerde kullanılabilir Öyle ki bu teknikleri biz örgün sınıflarda yüz yüze öğretimde kullanamayız." diye konuştu.
- "Yapamam" ya da "ben bu eğitim sistemine inanmıyorum" diyenlerin sayısı azaldı
Salgın süreci ile birlikte uzaktan eğitimi ben yapamam yada ben bu eğitim sistemine inanmıyorum diyenlerin sayısının azaldığına dikkati çeken Silahtaroğlu, uzaktan eğitim ile birlikte elde edilen fırsatın değerlendirilmesi ile ilgili şunları söyledi:
"Örgün öğretimde bizim en büyük sıkıntılarımızdan bir tanesi mekan yani yer sorunudur. Yer problemi öğrenci sayısı ile birlikte bazen çözülemeyecek hale gelmektedir. Uzaktan öğretimin kendine özgü avantajlarını da kullanarak biz bu mekan sorununu çözebiliriz. YÖK’ün mevzuatına göre örgün eğitim veren kurumlar derslerinin yüzde 30'una kadar olan kısmını YÖK’ten izin almak kaydı ile uzaktan verebilirler. Ancak hepimiz biliyoruz ki bugüne kadar ne öğretim elemanları ne yönetim ne de öğrenci buna pek de sıcak bakmıyordu. Ben kişisel olarak uzaktan öğretimin bu anlamda tüm kurumlara öğretici bir şekilde yansıdığını düşünüyorum. Daha doğrusu içinde bulunduğumuz bu salgın ortamı hepimize uzaktan öğretimin nasıl yapacağını öğretmiş oldu. Şöyle bir örnek verebilirim:
Önümüzdeki güz dönemi veya bir sonraki bahar dönemi örgün öğretim verilirken bir konferans için yurt dışına veya şehir dışına çıkmak zorunda kaldım diyelim. Eski sistemimizde bu derslerimi daha sonra yine yüz yüze örgün öğretim çerçevesinde sınıfta telafi etmem gerekiyordu. Ancak şu anda hem benim hem yönetimin hem de özellikle öğrencilerin elde etmiş olduğu deneyime bakarsak ben böyle bir durumda öğrencilerime şunu diyebilirim: 'Derslerimizi geçen yıl salgın esansında yaptığımız gibi aynı şekilde ve aynı platformda devam edeceğiz.' Fakat şu anda uzaktan öğretimle, örgün eğitimin taklidini yapmaktayız. Tüm derslerimiz kaldığı yerden hiçbir şey olmamış gibi hemen hemen aynı ders programıyla aynı günde aynı saatte aynı öğretim elemanlarıyla devam etmektedir. Şimdi bunu başardıktan sonra bizim atacağımız ikinci adım öğretim elemanlarımızın bu konuda eğiterek uzaktan öğretimin başka olanaklarını elimizde bulunan teknoloji yardımıyla öğretime yansımasını sağlayabiliriz. Dolayısıyla bu fırsatı kaçırmamız gerekmektedir. Şu anda bunun tam zamanı."
Öğretim elemanlarına uzaktan öğretim platformunu veya sistemini öğretmek onlara nasıl kullanacağını anlatmanın ilk başlarda karşılaştıkları sorunlardan olduğuna değinen Silahtaroğlu, "Fakat herkesin desteğiyle ve motivasyonuyla bunu kolay bir şekilde atlattık. Öğrencilerin adaptasyonu ise çok daha kolay oldu çünkü onlar yaşları itibariyle ve büyüdükleri ortamlardaki teknoloji olanakları göz önüne alındığında uzaktan öğretim teknolojilerine bizlerden çabuk adapte olabiliyorlar." dedi.
Uzaktan eğitim sürecinde en çok zorlandıkları konunun değerlendirme ve değerlendirme sistemi olduğunu belirten Silahtaroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yükseköğretim kurumu mevzuatına göre uzaktan, gözetimsiz yapılan sınavların toplam ağırlığı yüzde 20’den fazla olamaz. Ancak bizim kendi yönergelerimizde bu yüzde 40, 50 hatta 60'a kadar çıkabilmektedir. Bizim hızla bu sisteme adapte olmamız gerekiyordu. Bu adaptasyon hem sınav türü, sınav içeriği ve hem de mevzuat açısından olmalıydı ve bunu hızla yapmalıydık. Çünkü pandemi geldiğinde, sınav haftası da gelmişti. Aslında yıllardır dünyada gelişmiş bir çok ülkede sınavlar İngilizce Take-home exam denilen eve götürülüp evde yapılan sınavlardır. Fakat ülkemiz öğretim kurumlarında bu sınavlar pek yaygın değildir. Dolayısıyla içinde yaşadığımız salgın sırasında kullandığımız uzaktan öğretim metodolojisini göz önüne alırsak bizim de öğretim üyeleri olarak bu tür sınavlara yönelmemiz ve aslında bu konuda kendimizi de biraz daha geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Verdiğimiz dersin değerlendirilebilmesi için bizim klasik olarak ödev-proje dediğimiz şeylerin gerçekte birer eve götürülüp evde yapılan sınavlar olduğunu tekrardan hatırlamamız gerekmektedir."
- "Nasıl olsa daha sonradan tekrar izleyebilir ve daha iyi anlayabilirim düşüncesiyle kendilerini pek fazla derse vermiyorlar"
Şu anda sanal sınıflarda derslerin yüz yüze ders ve toplantı şeklinde yapıldığını ve bu dersleri kaydederek öğrencilerin tekrar izlemesini sağladıklarını anlatan Silahtaroğlu, sanal eğitimde yaşadıkları başlıca sıkıntıları şu şekilde dile getirdi:
"Öğrenciler de bunu bildiği için bazen bu derslere canlı olarak katılmayabiliyorlar veya canlı olarak katılıp dersi dinleseler bile nasıl olsa daha sonradan tekrar izleyebilir ve daha iyi anlayabilirim düşüncesiyle kendilerini pek fazla derse vermiyorlar. Öğretim üyelerimizin bu aşamada öğrencilere doğrudan kendi isimleriyle hitap ederek sorular sorması ve dersin içerisine çekmesi gerekmektedir. Benim kendi derslerimde gördüğüm en büyük sorun ise öğrencilerin dersle ilgili soru sormaya çekinmeleridir.
Ancak bu bizim gerçek sınıflarda yapmış olduğumuz derslerde de ortaya çıkan bir sorundur. Pek az öğrencimiz parmak kaldırarak anlamadığı konuyu sorar ya da ders içinde bir düşüncesini söylemek ister. Bu belki de bizim yetiştirilme tarzımızdan ileri gelmektedir. Bu alışkanlık ya da çekingenlik sanal sınıflarda da kendini göstermektedir. Fakat burada belirtmeliyim ki, öğrenciler konuşmada çekingen davranmalarına rağmen yazarken hiç de çekingen değiller. Sanal sınıfların sohbet ortamlarını, yani yazarak yapılan sohbet ortamlarını öğrencilere kullandırdığım zaman çok daha interaktif ders işleyebiliyoruz. Şu anda benim deneyimledim kadarıyla ben sınıfta konuşursam ve öğrenci de bana yazarak cevap verip, yorum yaparsa çok daha etkileşimli dersler yapabilmekteyiz."
- "Sanal sınıflarda da elimizdeki dijital materyali öğrenciye nasıl sunacağımız önemlidir"
Uzaktan eğitim konusunda yaşanan sıkıntılara dair çözümlerini de dile getiren Silahtaroğlu, şu tavsiyelerde bulundu:
"Örgün eğitimde de aslında sınıf yönetimi diye bir konu vardır. Öğretmen okullarında eğitim fakültelerinde, bu konu bir ders olarak işlenir ya da en azından bir dersin içerisinde özel bir konu başlığı olarak geçer. Sınıf yönetimi nasıl olacak, sınıf düzeni nasıl kurulacak öğretmenin dersi anlatırken sınıf disiplinini nasıl sağlayacak gibi konular öğretmen adaylarına öğretilir. Sanal sınıflarda da yine bir sınıf yönetimi gerekli olmaktadır Yani sınıf içinde bir disiplinin sağlanması gerekmektedir. Bunun sağlanabilmesi için öğretim elemanının sanal sınıf deneyimi esastır.
Öğretim elemanı sanal sınıfta derse başlarken doğrudan nerede kalmıştık diye başlamak yerine sınıfa kimler geldi geçen hafta ne yapmıştık gibi sorularla bir ısınma ortamı yaratmalı ve bu ısınma süresi içerisinde öğrencileri motive etmeye çalışmalıdır. Bunun dışında örgün sınıflarımızda tahta kullanımı önemli bir unsurdur. Örneğin, tahta nasıl organize edilecek, soldan mı sağdan mı yazılacak gibi unsurlar çok önemlidir. Benzer şekilde sanal sınıflarda da elimizdeki dijital materyali öğrenciye nasıl sunacağımız önemlidir.
Örneğin bir sunum dosyası kullanıyorsak bu sunum dosyasının öğrencinin görebileceği ve anlayabileceği şekilde hazırlamış olmamız ve uygun parçalara bölünerek sisteme koymamız gerekmektedir. Sanal sınıf içinde bulunan beyaz tahtanın kullanımı da önemlidir. Öğretim elamanlarının bu konuta önceden alıştırma yapması gerekmektedir."
Sisteme aşina olamamaktan da bazı hataların yapıldığını belirten Silahtaroğlu, "En büyük problemlerden bir tanesi, tabii bu acemilikten ve yeni başlamış olmaktan kaynaklanıyor, ‘Sesim geliyor mu? Powerpointi görüyor musunuz? Duydunuz mu ? Bakın fare burada fareyi görüyor musunuz?’ gibi sorularla öğrencinin hem dikkatini dağıtmak hem de öğrenciye hazırlıksız, amatör bir öğretici profili vermektir. Bunlar Tabii ki zaman içerisinde düzelecektir, ilerleyen süreçte öğretim elemanları da buna alışacaktır." diye konuştu.