Yeditepe Üniversitesi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kuzhan, kanserin, iç hastalıkları içinde iyileşme oranı en yüksek olan hastalıklar arasında olduğunu belirterek, 'Tüm kanser olgularının üçte biri t
İSTANBUL (AA) - Yeditepe Üniversitesi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Okan Kuzhan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Dünya Sağlık Örgütü'nün açıkladığı verilerine göre, 2018'de yaklaşık 18 milyon insana kanser tanısı konulduğunu, 10 milyon civarında kişinin de kanser nedeniyle yaşamını yitirdiğini aktardı.
Dünyada en sık görülen kanser türlerinin sırasıyla akciğer, meme, kalın bağırsak, prostat ve mide kanseri olduğuna işaret eden Kuzhan, yaşam kaybına neden olanlar arasına ise başı akciğer kanserinin çektiğini, bunu sırasıyla kalın bağırsak, mide, karaciğer ve meme kanserinin izlediğini söyledi.
Kuzhan, cinsiyete göre kümelendirildiğinde erkeklerde akciğer, kadınlarda ise meme kanserinin daha sık görüldüğünü aktararak, sigara içme alışkanlığının kadınlarda artmaya başladığı için bazı ülkelerde kadınlarda da en sık görülen kanserler listesinde akciğerin birinci sıraya geçtiğini vurguladı.
Prof. Dr. Okan Kuzhan, "Sağlık Bakanlığı'nın verilerine göre, ülkemizde her gün ortalama 450, her yıl 163 bin yeni kanser tanısı konulmaktadır. 2015 yılı verilerine göre her 100 bin erkekten 247'si, her 100 bin kadından 177'si yeni kanser tanısı almaktadır. Bakanlık raporlarında 2030'da 22 milyon yeni olgunun olacağı beklenmektedir." diye konuştu.
Tüm dünyada ve Türkiye'de kanserle yaşayan kişilerin sayısının arttığının görüldüğünü ifade eden Kuzhan, şunları kaydetti:
"Gelişmiş ülkelerde kansere bağlı yaşam kaybı sayıları azalmaktadır. Böylece toplumda kanserle yaşayan kişilerin sayısı artmaktadır. Sigara içmek, alkol kullanmak, hareketsizlik, şişmanlık, hava kirliği kanser sıklığını artıran etmenlerdendir. Kansere yakalanma tehlikesini azaltmak olanaklıdır. Sigara içmemek, alkol kullanmamak, hareketli yaşamak, beslenmeyi uygun ağırlıkta kalacak biçimde düzenlemek, sebze ve meyvelerden zengin beslenmek yeterlidir. Besinlerin kötü koşullarda saklanmasıyla oluşan bazı zehirler de kansere neden olabilir. Bu nedenle besinlerin saklanma koşulları önemlidir. Ne yazık ki sağlıklı kişilerin ve bazı hastaların kullandıkları bazı bitkiler yararsız olmaları, hatta zararlı olmaları bir yana kötü koşullarda saklandıkları için içerdiği aflatoksin gibi bazı zehirler nedeniyle sağlık sorunlarına, hatta kansere neden olabilmektedir."
"En önemli gelişmelerden biri, akıllı ilaçların bulunması oldu"Prof. Dr. Okan Kuzhan, önlenebilir kanser türlerinin bir bölümünün virüs bulaşlarına bağlı olduğunu, hepatit B ve C'nin karaciğer kanserine, İnsan Papillom Virüsünün (HPV) rahim ağzı, baş ve boyun kanserlerine neden olabildiğini, herkesin hepatit B ve HPV aşısı yaptırması gerektiğini söyledi.
Tüm önlemlere karşın kanser gelişebileceğini, bu nedenle kanserde erken tanının çok önemli olduğunu dile getiren Kuzhan, "Kanser, iç hastalıkları içinde iyileşme oranı en yüksek olan hastalıklar arasındadır. Tüm kanser olgularının üçte biri tamamen iyileşmektedir. Şeker hastalığı, kan basıncı yüksekliği, süreğen böbrek hastalığında tam iyileşme olanaksızdır. Oysa tamamen iyileşen birçok kanser vardır ve bu kanser türlerinin sayısı her geçen gün artmaktadır. Tam iyileşme olmayan kanserlerin bir bölümünde hastalık susturabilir ve hastalar hastalıklarıyla yaşayabilir." diye konuştu.
Kanser tedavisinde yaşanan gelişmelere ilişkin de bilgi veren Prof. Dr. Kuzhan, şunları kaydetti:
"En önemli gelişmelerden biri, akıllı ilaç diye bilinen, ağızdan alınabilen küçük bazı moleküllerin bulunması oldu. Bunlar kansere neden olan gen mutasyonların hücre içinde yol açtığı sinyalleşmeyi önleyebilmektedir. Akıllı ilaçların başarısını gösteren bir örnek vereyim. 2002 yılından önce, kronik miyeloid kan kanserinde tam iyileştirme için tek yol, sağlıklı başka bir akrabadan kemik iliğinin alınıp hastaya aktarılmasıydı ve bu işleme bağlı ölüm oranları çok yüksekti. Ama bir ilaç, kemik iliği aktarımı gereksinimini çok azalttı. Kronik kan kanseri bugün bir hapla iyileşen kanserler arasına girdi. Artık birçok kanser türü kan basıncı yüksekliği veya şeker hastalığı gibi kronik bir hastalık biçimini aldı. Bugün özellikle akciğer kanserinde doğrudan hücre öldürücü ilaçlarla sağaltıma başlamak yerine, önce kansere neden olan mutasyonları belirliyoruz, sonra bu mutasyonlara özgü geliştirilmiş hücre içindeki sinyal iletimini durduran ilaçları kullanıyoruz. Metastaz yapmış kanserlerde bile kanserde tam gerilemeler, çok uzun yaşam süreleri sağlanabiliyor."
"Teknolojik gelişmeler her basamakta büyük kazanımlar sağladı"Kuzhan, kanser sağaltımındaki önemli gelişmelerden birinin de immünoterapi adının verildiği yöntem olduğunu dile getirerek, "Bir tür bağışıklık hücremizin üzerinde bazı reseptörler bulundu. Bunlar bazı ilaçlarla engellendiğinde bağışıklık hücrelerinin tümörü yabancı bir doku olarak tanımaya başladığı gösterildi. Bu ilaçların bir özelliği, kanserin nereden başladığına bakılmaksızın sıçrama yapmış bazı kanserlerde bile tam yanıt sağlaması ve bu yanıtların bazen tam iyileşme anlamına gelecek kadar uzun sürmesidir. Patoloji ve moleküler patoloji laboratuvarlarında yapılan özel boyalamalar ve incelemelerle hangi kanserlerin bağışıklık sağaltımına yanıt vereceğini önceden kestirebiliyoruz." değerlendirmesini yaptı.
Teknolojik gelişmelerin tanıdan tedaviye her basamakta büyük kazanımlar sağladığını dile getiren Kuzhan, sözlerini şöyle tamamladı:
"Nanoteknoloji, ilaçların kanser dokusunda ulaştırılmasında bir çığır açmıştır. Pozitron emisyon tomografisi (PET) denen cihaz ile kanserin yalnızca kapladığı alan değil, içerdiği tümörün saldırganlık oranı bile görüntülenebilmektedir. İşlevsel manyetik rezonans (fonksiyonel MR) ile beynin durağan görüntülerinin yanı sıra bazı etkinlikler sırasındaki görüntüleri alınabilmektedir. Kanseri artık molekül düzeyinde anlamaya başladık. Gen mühendisliği sayesinde ileride her hastadaki özgün mutasyon bulunup buna yönelik ilaçların uygulanabileceği bekleniyor. Aslında şimdiden bu sağaltımlar başladı. Hastanın kanser dokusunu alıp hücre kültüründe çoğaltmak, hastanın bağışıklık hücrelerinin tümör antijenlerini tanımasını sağlamak ve bu hücreleri hastaya damardan geri vermek olanaklıdır. Lenfomalarda etkili olduğu bilinmektedir. Ne yazık ki daha istenen düzeye ulaşılamadı. Bu yöntemlerdeki diğer bir sorun, yukarıda tanımladığım işlemlere standart bir biçim verebilmektir."