Sanatçı Abdülbaki Kömür: Müziğimiz ve tiyatromuz yok sayılmaya karşı protestoydu

Sanatçı Abdülbaki Kömür, 'Müziğimiz ve tiyatromuz yok sayılmaya karşı bir protestoydu. Onun için de müzik tarzımız biraz protest oldu.' dedi.

Genel 20.11.2019 13:51:17 0
Sanatçı Abdülbaki Kömür: Müziğimiz ve tiyatromuz yok sayılmaya karşı protestoydu
Tarih: 01.01.0001 00:00

İSTANBUL (AA) - Bant tiyatrolarıyla başladığı müzik hayatına şiir ve ezgi albümleriyle devam eden, aynı zamada ezgi ve marş geleneğinin duayenlerinden olan Kömür, 40. sanat yılını kutlayacak.

Bugüne kadar 87 albüme söz ve besteleriyle katkı sağlayan Kömür, Ömer Karaoğlu, Hakan Aykut, Taner Yüncüoğlu, Mustafa Demirci, Grup Genç, Ahmet Turan Öztürk, Ömer Çelik, Hüseyin Goncagül, Aykut Kuşkaya ve Eşref Ziya'nın bulunduğu birçok sanatçıyla aynı sahneyi paylaşacak.

Kadir Topbaş Kültür Sanat Merkezi'ndeki 23 Kasım'da gerçekleşecek konserin öncesinde ise Kömür'ün imzasını taşıyan karikatürlerden oluşan bir sergi açılacak.

"Milli Gazete" ve "Yeni Devir" gazeteleri ile "Yeni Dünya", "Kardelen" gibi dergilerde karikatürleri yayınlanan, aynı zamanda "Darağacına Tebessüm", "Bir Yolcudan Arda Kalan" isimli iki şiir kitabı bulunan Abdülbaki Kömür, sanat hayatına ilişkin AA muhabirinin sorularını yanıtladı.

"Güzellik ve estetik insanın mayasında zaten var"

"Bu yıl 40. sanat yılınızı kutluyorsunuz. Nasıl başladı bu macera, sizi sanatla buluşturan nokta neydi?"

"Aslında sanat her insanın mayasında var olan bir şey. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de Cenabıhak insanın yaradılışıyla ilgili beyanda bulunurken, insanın mükemmel ve muhteşem bir varlık olmasına dair, 'Biz insanı en güzel biçimde yarattık' diyor. Güzellik ve estetik insanın mayasında zaten var. Kimileri bu hamuru fark ediyor, hayata geçirebiliyor, kimileri de fark etmiyor ortaya çıkmıyor. Sivas İmam Hatip Lisesi'nde okurken Allah rahmet eylesin, Ali Nacak diye bir hocamız vardı. O hocamıza biz, 'Hocam siz ne kadar güzel, ne kadar iyi bir insansınız' dediğimizde, 'Evladım sizin gözleriniz güzel' demişti. Orada sanatın aslında insanın kendisini güzelleştirme işi olduğunu fehmettik. Öğretmenlerimizin teşvikiyle belki çok basitçe de olsa, şiirler, makaleler yazdık, tiyatro oynadık, ilahiler okuduk.

Daha sonra da üniversitede okurken İstanbul'a geldiğimde Ulvi Alacakaptan, İbrahim Sadri ve birkaç arkadaş tiyatro oyunu oynayacak diye duyduk. 'Gider izleriz' diye düşünüyorduk ki bir haber geldi. 'Abdülbaki Kömür, Ulvi Ağabey senin de rol almanı istiyor.' dediler. Rol aldık, 'İnsanlar ve Soytarılar' adında yarı müzikal bir oyundu, hiç unutmuyorum. Müzikli bölümler ile Ulvi ağabey sesimi de keşfetmiş oldu. Ondan sonra bant tiyatroları başladı. Ardından, sesimin güzel olduğu söylenirdi. Ben hiç inanmadım ama gezilerde falan öğrencilere ilahi okuduk, marş okuduk derken Ömer Gökalp'in ajansı o zaman "Bu eserleri kaybetmesek, bir albüme alsak" dedi. Öylece serüven başladı ve bugüne kadar geldi."

"Sanat hayatınızda etkisi olduğunu düşündüğünüz o günlere dair hatırladığınız anılarınız var mı?"

"Üniversitede öğrencilik yıllarında Fatih Camisi'nin avlusunda Fetih Yurdu'nda kalıyordum. O zaman bizim kesimin müzikle ilişkileri çok sıcak değildi. Daha doğrusu sanatla çok ilişkili değildik. Fakat benim serde müzik hassasiyeti var. Blok flüt çalıyordum ama yurtta yasak diye biliyordum. Bavulumun hemen altındaydı. Namaz vakitlerinde öğrenciler camiye giderlerdi ve yurt sessiz olurdu. Ben derslerim bitmiş gelmişken blok flütümü çıkardım 'fırsat bu fırsat çalayım' derken çat, kapı açıldı, içeriye yurdun sorumlusu Sıtkı Abdullah Ağabey girdi. Ben bekliyorum ki beni yurttan atacaklar. Sıtkı Ağabey, 'Ne güzel çalıyorsun, falanca şarkıyı da çalar mısın, filanca sanatçıyı dinliyor musun?' deyince şaşırdım. O zaman beni sanatla ilgilenmem konusunda öğütledi. Elhamdulillah hep iyi insanlarla karşılaştım. Hep onların yönlendirmesi ve teşvikiyle bir noktaya geldik. Yoksa bende bir numara yok."

"Müziğimiz, bir kesimin yok sayılmasına protestoydu"

"Dönem olarak çalkantılı zamanlardı ilk albümlerinizi yaptığınız yıllar... Dönemin şartları sanatınızı etkiliyor muydu?"

"Tabii... İran Devrimi olmuş, bizim gibi düşünen, siyasetten devlet kadrolarından uzak kalmışlar ve itilmiş, kakılmış, horlanmış geniş bir halk kitlesi vardı. Daha seküler bir anlayış bütün yönetime hakim ama biz de bu ülkede yaşıyoruz. Üstelik bu ülkenin oluşumunda dedelerimiz kanlarıyla, canlarıyla bedel ödemişler ama biz yok sayılıyoruz. Aslında bu anlamda müziğimiz ve tiyatromuz bu yok sayılmaya karşı bir protestoydu. Onun için de müzik tarzımız biraz protest oldu. İran Devrimi de bunu tetikleyen unsurlardan oldu. Bugüne kadar sessiz kalan bir grup, deprem nasıl enerji üretip yer kabuğunu patlatıyor, bunun gibi bastırılma, itilme ve kakılma ile büyük bir enerjiye dönüştü. O enerjiyle siyasal oluşumlar, eğitim kurumları oluştu. Daha önce telif eser üretemeyen ülkede, telif eserler ortaya çıkmaya başladı. Genel itibarıyla sanat ürünlerinin de ortaya çıkışı, o enerji patlamasının sonucuydu diyebiliriz."

"Müziğin dışında resim, karikatür, tiyatro gibi sanatın çeşitli alanlarıyla da ilgileniyorsunuz... Biraz bunlardan da bahsedebilir misiniz?"

"Resim ve karikatürle alakam o dönemlerde vardı ama bir türlü fırsat bulup çizgilerimi, resimlerimi yayınlama imkanı yoktu. Karikatürlerim birçok dergide yayınlandı. Eğer bir su kaynağı varsa, siz oraya kaç tane musluk koyarsanız koyun hepsinden de su akar. Cenabıhak hamdolsun mayamıza bunu katmış, bunu fark ettik. Hocalarımızın yönlendirmesiyle o birkaç kurnadan aktı."

"Peki, 40. yıl serginizde hangi eserleriniz yer alacak?"

"40. yıl etkinliğinde hem realist resimler hem de Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen 25 peygamberin yaşadığı dönemleri, soyut bir şekilde resmettiğim, adına da 'İnsicam' dediğimiz bir sergi olacak. Allah, Kur'an-ı Kerim'de hiçbir kavmi peygambersiz bırakmadığını söylüyor. Her kavme belirli periyotlarla peygamber göndermiş, en sonuncu peygamber de bizim Peygamberimiz Hazreti Muhammed. Ama bütün peygamberler de birbirlerini doğrulayarak, bir silsile içinde gelmişler. Bir sonra gelen bir öncekini reddetmemiş, bir öncekinin hükmünü belirli noktalarda değiştirmiş. Yani bir düzen, bir ahenk içinde gelmişler. İnsicam da o ahenk anlamına geldiği için 40. yıl sergisindeki soyut resim bölümüne bu adı verdik."

"Ezgi diye bir etiket kalmış oldu"

"Resim konusunda daha önce eğitiminiz var mıydı?"

"Ben ne müzikte ne de resimde hiç eğitim almadım. Tamamen doğaçlama. Fakat bazen hayıflandığım da oluyor. Kendimi tiyatro, müzik, resim diye bölmek yerine 'acaba birinde eğitim alsam daha iyi olur muydu' diye. Fakat bazen de düşünüyorum, mutlu olamazdım herhalde. Yani bu kendimi bir şekilde ifade ediş tarzı. Eğitim aldığınız zaman bir şekilde o bilime dönüşüyor, halbuki bu benim duygularım."

"Yaptığınız müziği ezgi olarak sizler mi ifade ettiniz? Bu adlandırma nasıl ortaya çıktı?"

"Biz hiç adlandırmadık, gerek de duymadık. Fakat farklı bir tarzımız vardı. Bu farklılığı 'nasıl ifade edebilirdik', kimileri 'esrarlı müzik', kimileri 'yeşil pop' dedi, ezgi de onlardan birisiydi. Biz müzik yapıyoruz illa bir kategoriye sokmanın anlamı yok. 'İslami müzik' diye de nitelendirildi, halbuki böyle bir şey yoktur. Çünkü fiillerin dini olmaz. Fiilleri insanlar icra eder, onları Müslüman ya da değil diye adlandırabilirsiniz ama yaptıkları işi adlandırmanın anlamı yok. Müzik yapıyoruz, Müslümanlığı hayat biçimi olarak tercih etmiş insanların yaptıkları müzik. Bu kadar... Ezgi diye böyle bir etiket kalmış oldu. Yani şimdi birisi su içiyor, Müslümanca su içmek diye bir isim veriyor muyuz ? Hayır ama Müslümanca su içmek, yemek yemek ya da kıyafet giymek belli olur tabii ki."

"Müziğinizin tarzını belirleyen şey neydi? Neden rock müzik enstrümanları kullandınız?"

"Biraz protesto biraz haykırışa ihtiyaç vardı. Dolayısıyla protest tarz bir müzik oluşmuş oldu. Bugünkü naiflik olmuş olsaydı, belki öyle olmayabilirdi. Çünkü Türk sanat müziğinin, Türk halk müziğinin bir formatı vardır ve o müziğin içine siz protesto koyamazsınız. İlahinin içine koyamazsınız. Ne olabilir, marş, rock, pop tarzı eserlerin içine bir protesto koyabilirsiniz. Çünkü enstrüman olarak da buna müsaitler. Dolayısıyla öyle seçilmiş oldular."

"Müzikal anlamdaki ilk çalışmanız neydi?"

"Bizim ilk albümümüz, Ömer'le (Karaoğlu) yaptığımızdı ve içinde hiç müzik yoktu. Arkadaşlarla bir grup oluşturmuştuk, bir albüme marşlar okuduk. Albümün adı Santa idi. Yani markanın adı Santa'ydı ve albümün adı da Santa olarak kaldı. Daha sonra ilk çalışmamız 'Cemre' oldu. Aykut Kuşkaya, Besim, soyadı neydi şimdi hatırlamıyorum, Şafak Tavkul ve ben, 4 arkadaş "İlk Cemre" ile başladık. Hakikaten ilk cemre gibi oldu. Cenab'ı Hakk da bereketlendirdi ve günümüze kadar geldik. 87 albümde, bunun 3, 4 tanesi senaryo, birkaç tanesi şiir albümü olmak üzere kimi arkadaşa beste vermişim, kimi arkadaşa güfte vermişim, kimisine, rica etmiş, bir şiir okumuşum, kimisinde icra yapmışım, 87 albümdü en son saydığımda. Ama benim kendime mahsus 2 tane albümüm var. Biri 'Kar Çiçekleri' biri de 'Kalbimin Çocuk Yanı' bireysel olarak okuduğum başka bir albüm yok."

"Bant tiyatroları için ilk stüdyoya girdiğiniz zamanları hatırlıyor musunuz?"

Abdülbaki Kömür: "Çok hatırlamıyorum. Bant tiyatrolarının daha çok senaryo kısmındaydım. Hangisiydi bilmiyorum ama Mute Destanı olabilir büyük ihtimalle ve hakikaten çok büyük etki bıraktı. 'İnsanlar ve Soytarılar'da da öyle oldu. İlk yazıldığında İlim Yayma yurdunun veda programı olarak planlanmıştı. Fakat teveccüh o kadar yoğun oldu ki, Çevre Tiyatrosunda halka açık, 6, 7 hafta kapalı gişe oynadık. O günlerde heyecan vardı hakikaten."

"1990'lara dair özlediğiniz ve bugün olmayan neler var?"

"İlk albümlerimize baktığınız zaman doğru dürüst bir kapağı yoktur. Kim söylemiş, kim bestelemiş, söz kime ait, beste kime ait çok bilinmiyor. Zamanla bestekar ve güftekar, icracı öne çıktı. Onların boy boy resimleri albümlerde yer almaya başladı. Bu tabii ki süreçle beraber gelişen bir şeydi. Sonra insanlar o müziği değil, o müziği söyleyeni takip etmeye başladılar. Belki müziğimizin sonunu getiren de bu oldu. Önceden bizim bir kızıl elmamız, davamız, ilkelerimiz vardı. Bu ilkeleri dile getiren sanatçı kim olursa olsun, kim söylerse söylesin o müzik takip ediliyordu. Zaman içerisinde bu müzik bitti, kim takip edilmeye başlandı Abdülbaki Kömür takip edilmeye başlandı. Bu da müziği geri plana itti, isimleri ön plana çıkardı. Artık müzik türü muhteva itibariyle takip edilmiyor, falanca kişi takip ediliyor. Mesela bazı eserler vardır anonim diye bildiğimiz, ölümsüz gibi görülür ama çalanı, söyleyeni, bestekarı belli olanlar bir yıl popüler oluyor. Ertesi yıl artık kabak tadı dediğimiz kıvama ulaşıyor. Anlatabiliyor muyum?"

"Genç dinleyicileriniz ya da takipçilerinizle aranız nasıl? Yeni nesil ezgileri dinliyor mu? Ya da yeni ezgiciler çıkıyor mu?"

"Belki eski ölçekte değil ama zaman zaman talepkar olan gençler oluyor, yeni gruplar çıkıyor, yeni isimler çıkıyor ama eskisi gibi değil. Yedi Hilal Derneğinde iki yıl önce bir müzik atölyesi yaptık. Birkaç arkadaşla birlikte o müzik atölyesinde çalıştık. Bir yılın sonunda bir albüm yaptık. Grup Sancaktar, 40. yıl etkinliğinde de sahne alacaklar inşallah. Benim öğrencilerim sayılır. Diğer arkadaşlarımın da benzer çalışmaları olduğunu biliyorum."

"Oluşturduğumuz imaj hep karşımıza kafes olarak çıkıyor"

"Sizce bugün ezgilerin ortaya çıktığı bağlam ortadan kalktığı için mi geniş kalabalıklar tarafından takip edilmiyor?"

"Evet, en büyük sıkıntılardan bir tanesi bu. Sanatçı dediğiniz her ortamda sözü olması gerekir. Güzellik belli bir yere kadar mıydı, ondan sonra bitiyor mu? Değil tabii ki. Biz protesto olarak başladık. Protesto olarak başlayınca insanların sizden beklentisi hep protest müzik. Bundan 10 yıl önce 'Kalbimin Çocuk Yanı' albümünü çıkardım. Bu albümde protesto yok. Dünyanın her yerinde egemen güçler menfaat sağlamak için kadın, çocuk, masum dinlemeden insan öldürüyor mu, öldürüyor. Hadi büyükleri öldürüyorsun, onların belki bu savaşların çıkmasında dahli vardır ama çocukların ne günahı var. Bunu dile getirmek için bu albümü çıkardım. Fakat eleştiriler de aldım. Önceden 'Allah diyordunuz, Peygamber diyordunuz... Bu ne ya dediler?' Yani böyle bir imaj oluşturmuşsunuz. Halbuki biz öyle bir imaj oluşturmak zorundaydık o zaman. Önceden bastırılmış, sıkıştırılmış, itilmiş olmamız problemdi bunu dile getirerek bu noktaya geldik. İmkanlara kavuşunca da bitti demememiz lazım.

Dünyanın başka yerlerinde de problemler ya da güzellikler var. O güzellikleri de dile getirmeliyiz. Ama bunu birdenbire yapamıyoruz. Çünkü oluşturduğumuz imaj hep karşımıza kafes olarak çıkıyor. O kafesin dışına çıkıp başka bir şey icra ettiğimiz zaman 'olmaz' diyorlar, kafeste güzeldiniz. Lakin insanlar bunu zamanla algılayacaklar. Şunu düşünüyorum bugüne kadar cihadı, şehadeti ve benzeri şeyleri anlattık. Ama bir Müslüman annesini sevmez mi, niye bunu anlatamayalım? Müslümanlar çevre kirliliği ile ilgili fikirleri dile getirmesinler mi? Ya da çocukların masum kalmasını niye söylemesinler. Kadın haklarını niye başkaları başka bir tonda ve başka anlamlar yükleyerek söylesin? Kadın hakkı demeyelim de, kadınların bizim ziynetimiz olduğunu, Cenab'ı Hakkın bizi tamamlayıcı olarak gönderdiğini bir şekilde neden söylemeyelim? Konuları çoğaltabilirsiniz ama bunları ifade etmeye çalıştığınız zaman başlangıçtaki o protest imaj hemen karşınıza çıkıyor. Bunun zamanla yıkılacağını düşünüyorum ama biraz süreç istiyor."

"Müslümanın sanatla olan irtibatına öcü gözüyle bakan insanlar, artık sanatı yadırgamıyor"

"Peki yakın zaman için ne gibi çalışmalarınız var?"

"Biz artık hep bireysel olarak kaldık. Abdülbaki Kömür, Ömer Karaoğlu, Aykut Kuşkaya... hep bireysel. Bir çatı altında, 'arkadaşlar bizim bir dünya görüşümüz var, bu dünya görüşü kısır bir dünya görüşü değil, diğer dünya görüşlerinden çok daha uhrevi boyutu da olan bir dünya görüşü. Madem biz sanatla ilgileneceğiz, bu sanatımızın nasıl evrilmesi gerektiğini de konuşalım, tartışalım' diyeceğiz. Yavaş yavaş o yapı oluşur. Mesela MüzikBir Meslek Birliği, Müzik ve Sinema Yapımcıları Sanatçıları ve Dağıtımcıları Derneği gibi kuruluşlar oluştu. Henüz istenilen kıvamda değil ama bu çatılar altında istenilen konular konuşulacak diye ümit ediyorum. Çünkü imkansızlıklardan doğan bu müzik, bu sanat anlayışı bu noktaya gelmişse, bunca imkanın altında diğer noktalara gelememesi diye bir şey düşünülemez."

"Sanat hayatınıza şu anda bir eğitimci olarak devam ediyorsunuz. Sürekli gençlerle bir aradasınız. Bu manada yeni nesillerin gelecekteki durumunu nasıl yorumluyorsunuz?"

"Her neslin üstleneceği bir misyon vardır diye düşünüyorum. Biz bir farkındalık oluşturduk. Bizim dönemimize kadar Müslümanın sanatla olan irtibatına öcü gözüyle bakan insanlar, artık sanatı yadırgamıyorlar. Bir gün bağlama almış, gizlice çalıyorum. Babam beni uyardı, 'ya bunu kıracaksın ya satacaksın ya da ben kırarım' dedi. Ama bugün ben kendi çocuklarıma bağlama alıp götürüyorum, 'Siz de çalın' diye. Resim yapıyordum, babam 'Sen ne yapıyorsun? Dinden mi çıkacaksın, haram bu' demişti. Bu gibi benzer şeylere karşı biz bir farkındalık oluşturduk. Bundan sonrası yeni kuşakların işi. Ümitsiz değilim. Yeter ki bu anlayış devam etsin."

Muhabir: Salih Şeref,Fatih Türkyılmaz,Aişe Hümeyra Bulovalı


Anahtar Kelimeler: