ANKARA (AA) - Gazeteciliğin duayen isimlerinden Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı'nın Ankara'daki evinin önünde suikaste uğramasının üzerinden 20 yıl geçti.
Kışlalı, 21 Ekim 1999'da otomobiline yerleştirilen bombayla düzenlenen saldırıda hayatını kaybettiğinde 60 yaşındaydı.
Bir dönem Kültür Bakanlığı da yapan Kışlalı'dan geriye, bağımsız Türkiye idealiyle kaleme alınan eserleri ve o günlerde henüz 29 günlük olan kızı Nilhan kaldı.
AA muhabirinin görüştüğü eşi Nilüfer Kışlalı, aradan geçen yıllara rağmen acılarının ilk günkü tazeliğini koruduğunu ancak teselliyi toplumun her kesiminden insanların Kışlalı ailesine sahip çıkmasında bulduğunu dile getirdi.
Suikast günü ailece kahvaltı yaptıktan sonra eşinin çalıştığı gazeteye gitmek için hazırlandığını anlatan Kışlalı, "Aslında neşeli bir sabahtı. Hatta eşime çok yakışıklı olduğunu söyledim, o da 'Aferin sana ne kadar güzel bir kız dünyaya getirdin' demişti. Keyifli bir güne başladığımızı düşünüyordum ancak öyle olmadı." dedi.
Evden birlikte çıkacakları sırada eşinin kendisine "Canım, ben arabayı getireyim Minocuk (kızı Nilhan) üşemesin. Üç dakika içinde aşağıda olun." dediğini aktaran Kışlalı, sonrasında yaşananları şöyle anlattı:
"Ahmet, evden ayrıldıktan çok kısa bir süre sonra korkunç bir patlama sesi duydum. Tüp zannettim çünkü daha önce bomba sesi duymamıştım. Nilhan kucağımdaydı o esnada. Camdan baktığımda arabamız yanıyordu. Ahmet'in de yerde yattığını gördüm. Hemen yanına koştum, kolu kopmuş, kanlar içindeydi. Bir şeyler söylemek istiyordu ama konuşamıyordu. Bizim yan taraf doktorlar sitesiydi, insanlar dışarı çıkmış bakıyordu. Yardım istedim ama kimse yardıma koşmadı. Bir zaman sonra ambulans geldi ve hastaneye götürdüler."
Kışlalı, yaşadıklarının etkisiyle ne zaman bir ambulans sesi duysa o güne gittiğini dile getirdi.
Zamanla acıyla yaşamayı öğrendiğini ancak eşinin eksikliğini her an hissettiğini ifade eden Kışlalı, "Şimdi 20 yıl oldu. 'Bu acıyla yaşayamam, ölürüm, dayanamam, kızım nasıl büyüyecek' diye düşünüyordum. Bir şekilde yaşama tutunuyorsunuz. Acıyla yaşamayı öğreniyorsunuz ama eksiliğini hep hissediyoruz. Mutlu anları tüketiyorsunuz ama acıyı tüketemiyorsunuz, acı da lastik gibi sündükçe sünüyor işte." diye konuştu.
"Herkes acımızı paylaşıyor"Ahmet Taner Kışlalı'nın Türkiye siyaseti ve entelektüel birikiminin önemli bir değeri olduğunu hatırlatan Nilüfer Kışlalı, bugün bile toplumun farklı kesimlerince eşinin fikirlerine sahip çıkıldığını dile getirdi.
Ahmet Taner Kışlalı'nın ülkesini çok seven ve bu uğurda mücadele veren biri olduğunu vurgulayan Kışlalı, "Ahmet'in ülke sevgisi beni hala etkiliyor. Akşam başını yastığa koyduğunda, 'Bugün ülkem için ne yaptım' diyen bir aydındı. Ahmet Taner Kışlalı'nın inandığı yolda hayatını kaybetmesi ve bugün anılıyor olması en büyük tesellimdir." şeklinde konuştu.
Kışlalı suikastının üzerinden 20 yıl geçtiTürkiye'yi yasa boğan menfur saldırının ardından Ankara'daki cenaze töreninde Kışlalı'yı ebediyete binlerce kişi uğurladı.
AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, Kışlalı ilkokul ve ortaokulu Kilis'te, liseyi İstanbul Kabataş Erkek Lisesinde tamamladı. Öğrenimine Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde devam eden Kışlalı, gazeteciliğe öğrencilik yıllarında Yeni Gün gazetesinde başladı.
Daha sonra Fransa'ya giden Kışlalı, Paris Üniversitesinde anayasa hukuku ve siyaset bilimi dalında doktora yaptı. Kışlalı, doktora çalışmasını "Modern Türkiye'de Siyasi Güçler" başlığıyla kitap olarak yayımladı.
Kışlalı, Fransa'da kaldığı sırada ilk eşi Nicole (Nilgün Kışlalı) ile tanıştı. "Sevgisi uğruna, doğduğu toprakları, ailesini, alışkanlıklarını, dostlarını bırakıp" Türkiye'ye yerleşen Nicole, Kışlalı ile evlendikten bir süre sonra Müslümanlığı seçti, ismini de Nilgün olarak belirledi.
Kışlalı'nın bu evlilikten Altınay ve Dolunay isimli iki kızı oldu. Kışlalı, 1995'te Antalya yolunda birlikte trafik kazası geçirdiği eşi Nilgün'ü kaybetti. İki yıl sonra Nilüfer Kışlalı ile ikinci kez dünyaevine giren Kışlalı'nın, bu evliliğinde Nilhan Nur isminde bir kızı daha oldu.
Yurt dışındaki çalışmalarını tamamladıktan sonra Türkiye'ye dönen Kışlalı, Hacettepe Üniversitesinde öğretim üyeliğine başladı.
Vatani görevini tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesine geçen Kışlalı, akademik çalışmalarının yanı sıra güncel siyaset üzerine kaleme aldığı yazılarıyla dikkati çekti.
Dönemin CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in daveti üzerine siyasete giren Kışlalı, 1977'de CHP İzmir Milletvekili seçildi. Bir yıl sonra Kültür Bakanı olan Kışlalı, bu dönemde de yazı çalışmalarına devam etti, Ulusal Kültür dergisinin yayımlanmasını sağladı.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra bugünkü adıyla Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinde siyaset bilimi derslerine giren Kışlalı, 1991'de Cumhuriyet gazetesinde haftalık köşe yazılarına başladı.
Yazılarında güncel konuların yanı sıra Türkiye'nin uzun yıllardan beri maruz kaldığı terör saldırılarına yer veren Kışlalı'nın katıldığı son televizyon programında, "Terörist için önemli olan öldürdüğü kişi değildir. (Terörist) Bazen öldürdüğü kişinin kim olduğunu bilmiyor. Onun için önemli olan yaptığı eylemin getireceği sestir." tespiti, bugünkü güncelliğini koruyor.
Bu değerlendirmesiyle adeta akıbetine de işaret eden Kışlalı, takvimler 21 Ekim 1999'u gösterdiğinde evinin önündeki aracına yerleştirilen bombanın infilak etmesiyle hayatını kaybetti.
Kızı Nilhan Nur daha 29 günlük bebekken, suikast sonucu yaşamını yitiren Kışlalı'dan geriye, insanı merkeze alan anlayışıyla kaleme aldığı eserleri kaldı.
Aradan geçen yıllara rağmen Kışlalı'nın fikirleri ve Türkiye'nin entelektüel birikim havuzunda yer alan eserleri, toplumun farklı kesimlerinden teveccüh görmeye devam ediyor.
Suikast davası süreciKışlalı suikastına ilişkin soruşturmanın ardından ilk yargılama devlet güvenlik mahkemesinde (DGM) görüldü.
Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok'un öldürülmesi eylemlerinin de arasında bulunduğu çok sayıda olayı kapsayan dava, "Umut Operasyonu" olarak tarihe geçti.
DGM'lerin kapanmasının ardından yargılamaya Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edildi.
İlk dereceli mahkemenin kararının Yargıtay tarafından bozulmasından sonra tekrar görülen davada, 3 sanık "yasa dışı Tevhid-Selam ve Kudüs Ordusu örgütünü kurmak ve yönetmek" suçundan, 5 sanık ise aynı örgüte üyelikten çeşitli sürelerde hapse mahkum edildi.
Bu kapsamda sanıklardan Mehmet Ali Tekin, Hasan Kılıç ve Ekrem Baytap, "silahlı suç örgütü kurma ve yönetme" eylemlerinden 12 yıl 6'şar ay hapisle cezalandırıldı.
Sanıklar Abdulhamit Çelik, Fatih Aydın, Yusuf Karakuş, Mehmet Şahin ve Recep Aydın'a ise "silahlı suç örgütü üyesi olmak"tan 6 yıl 3'er ay hapis cezası verildi.
Anayasa Mahkemesi, gözaltında tutuldukları tarihlerdeki mevzuatın, gözaltı süresinde avukata erişim imkanı tanımadığı gerekçesiyle sanıklar Recep Aydın, Mehmet Ali Tekin, Hasan Kılıç, Mehmet Şahin ve Yusuf Karakuş'un yeniden yargılanmasına karar verdi.