Prof. Dr. Nihal Tuncer Terregrossa, 'Pandemi nedeniyle süreç yavaşlasa da Çin’in süper güç olma niyetinden vazgeçmesi mümkün görünmüyor. Çin, ekonomik gelişmesini küreselleşme içinde kurguluyor.' dedi.
İSTANBUL (AA) - Aralık ayında Çin’de ortaya çıkan ve ardından tüm dünyaya yayılan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınıyla mücadele noktasında ABD ve Avrupa'nın yetersiz kalması, uluslararası sistemin yeniden şekilleneceğine dair tartışmaları alevlendirdi.
Pandemi sonrası hali hazırda inişli-çıkışlı olan ABD ve Çin ticaret savaşının şiddetleneceğine kesin gözüyle bakılıyor. Hatta Çin’in bir süredir bölgedeki ABD müttefiklerine karşı deniz devriyelerini artırması sıcak çatışma ihtimalini de güçlendirdi.
Pekin yönetimi, salgını kontrol altına aldı ve daha sonra başta İtalya olmak üzere birçok Avrupa ülkesine tecrübeli personel ve tıbbi malzeme desteğinde bulunarak, 'Avrupa’ya yardım eden ülke' algısı oluşturmaya çalıştı. Bazı Avrupa ülkeleri de AB’nin salgındaki tepkisizliğini eleştirerek Çin’le iş birliği yapıyor. Çin'in ise ABD ile rekabeti Avrupa üzerinde devam ettirmesi bekleniyor.
Salgınla mücadele sırasında dünyadaki ekonomik ve siyasi etkinliğini artırmaya çalışan Çin, içeride ise ciddi ekonomik ve sosyal krizlerle karşı karşıya.
Özellikle pandemi sürecinde insan hakları ihlallerine varan uygulamalar ve artan işsizlik nedeniyle ülkede, Hong Kong gerilimine benzer sosyal huzursuzlukların çıkması ihtimali üzerinde de duruluyor.
AA muhabirine pandemi sonrası Çin'in olası durumunu değerlendiren İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İktisat Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nihal Tuncer Terregrossa, Çin’in Amerikan çıkarlarını tehdit ettiği görüşünün yaygın olarak benimsendiğini ifade etti.
ABD’nin, 2001 yılında Çin'i, DTÖ’ye dahil etmesindeki amacının Çin’i ticaret sisteminin kuralları içinde davranmaya zorlamak olduğunu anlatan Prof. Dr. Terregrossa, şöyle devam etti:
"Çin, DTÖ’ye katıldıktan sonra genişleyen ticaret hacmi ve ülkeye akan yabancı sermaye yatırımlarından dolayı yüksek büyüme hızlarına ulaştı. Halen Çin, ABD’den sonra dünyadaki en yüksek üretim düzeyine sahip ülkedir. 2017 yılında toplam dünya mal ihracatının yüzde 14’ü ve imalat sanayi ihracatının yüzde 19’u Çin tarafından gerçekleştirilmiştir. 2018 yılında dünyadaki toplam dolaysız yabancı sermaye yatırımlarının yüzde 11 kadarı Çin’e akmıştır. Çin’in dış ülkelerde yaptığı yatırımlar da dünya toplamının yüzde 12’sini aşmaktadır."
Prof. Dr. Terregrossa, Çin’in üretim ve ticaret alanındaki başarısında DTÖ üyeliğinin sağladığı avantajlar kadar uyguladığı sanayi politikalarının da rolü olduğunu vurgulayarak, şöyle konuştu:
"Çin, gerektiğinde piyasa kurallarının askıya alınabildiği, şirket zararlarının, kullanılmayan kapasitenin ve sübvansiyon maliyetlerinin sineye çekilebildiği bir ortam yaratarak belirli endüstrileri geliştirebilmiştir. Ancak her gelişmekte olan ülke gibi, Çin de teknoloji üretmekte yetersizdir. Çin kendi çabalarına ek olarak, teknoloji açığını yabancı sermaye yatırımları ve yurt dışında eğitim gören Çinli öğrencilerin yanı sıra, ticari espiyonaj ile kapatma yoluna gitmiştir.
Çin’de yatırım yapan yabancı firmalar, Çinli bir ortakla çalışmak ve teknik bilgilerini bir kuruma sunmak zorunda oldukları için teknolojik ve ticari sırlarını saklayamıyor. Buna karşılık bilgiyi kendilerinde saklamak istediklerinde Çin gibi önemli ve büyük bir pazarın dışında kalmak da işlerine gelmiyor. Birçok gelişmiş ülke Çin’i eleştirse de, ABD bu konuda sesini en çok yükselten ülke olmuştur. Benzer şekilde 5G teknolojisindeki öncülüğü ile gündeme gelen Huawei şirketinin geliştirdiği uygulamaların birçok ülkede yasaklanmasının ve yöneticisinin Kanada’da tutuklanmasının gerisinde de şirketin Çin devletinin isteği ile casusluk ve bilgi hırsızlığı yapabilme kapasitesi yatmaktadır."
"ABD Çin’i kendisi için stratejik bir tehdit olarak görmektedir"Terregrossa, Çin’in ekonomik alanda süper bir güç olmayı hedeflediğini belirtti.
Made in China 2025 projesi ile Kuşak ve Yol girişiminin bu stratejinin somut göstergesi olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Terregrossa, "Birinci proje, Çin’in düşük kar marjları ile çalışan imalat evresinden çıkıp, daha yüksek katma değer ve kar marjlarının elde edildiği ürün tasarımı ve son evre olan pazarlama ve müşteri ilişkileri alanlarında konumlanma niyeti ile ilgilidir. Bu amaçla enformasyon ve haberleşme, temiz enerji, yeni nesil otomobiller, ilaç gibi birçok alanda teknolojik yatırımlar yapılmakta ve firmalar kurulmaktadır. Kuşak ve Yol girişimi ise ham madde ve girdi kaynakları ile bağlantıyı ve Orta Asya ve Avrupa pazarları ile entegrasyonu sağlayacak her türlü altyapıyı kuracak birçok projeden oluşmaktadır." değerlendirmesinde bulundu.
Kuşak ve Yol girişiminin Türkiye tarafından ticareti artıracak ve yeni iş alanları yaratacak bir fırsat olarak yorumlandığına dile getiren Prof. Dr. Terregrossa, şu ifadeleri kullandı:
"Çin’in elindeki kaynakları aşan düzeyde yatırım gerektiren her iki proje de henüz sonuca varmaktan çok uzaktır. Buna rağmen Çin’in niyetlerinin ima ettiği değişiklikler teknoloji üreten gelişmiş ülkeleri huzursuz etmektedir. ABD, Çin’i kendisi için stratejik bir tehdit olarak görmektedir ve ticaret politikasında kural bazlı sistemden uzaklaşarak güç kullanmaya kayışını açıklayan nedenlerden biri bu tehdittir. Bu bağlamda ABD sadece tarife savaşlarına girişmemekte, aynı zamanda DTÖ’nün Anlaşmazlıkların Halli Organının çalışmasını engellemektedir."
ABD'nin, Kanada, AB ve İngiltere gibi büyük ticaret partnerlerinin Çin ile ticaret ilişkilerinin gelişmesini gücü oranında baltalamaya çalıştığını belirten Prof. Dr. Terregrossa, Çin'in ise buna karşın projeleri kapsamında gelişmekte olan ülkelere borç verdiğini, deniz aşırı ülkelerde demir yolları ve limanlar inşa ettiğini, ABD dahil birçok ülkede şirketler kurup yatırım yaptığını aktardı.
Prof. Dr. Terregrossa, ABD’nin güce dayalı, çatışmacı politikasının kendi vatandaşlarının refahını yükseltmediği gibi Çin’i de stratejik hedeflerinden uzaklaştırmadığını söyledi.
"Çin’in süper güç olma niyetinden vazgeçmeyecek"Prof. Dr. Terregrossa, 'Salgın sonrası Çin’in dünya ekonomisindeki konumunu ve pandemi sonrasına ilişkileriyle ilgili öngörülerde bulunarak, şunları kaydetti:
"Pandemi tüm dünya ekonomisinde olduğu gibi Çin ekonomisine de fren yaptırdı. Çin, pandemiden sonra kısa dönemde gelir düşüşü, uzun dönemde ise stratejik hedeflerine ilişkin adımları atmakta zorlanacak. Çin’den kredi alan ülkeler daha şimdiden borç yapılandırma taleplerinde bulunmaktadır. Pandemi nedeniyle süreç yavaşlasa da, Çin’in süper güç olma niyetinden vazgeçmesi mümkün görünmüyor.
Bütün korumacı, müdahaleci uygulamalarına karşın Çin, ekonomik gelişmesini küreselleşme içinde kurgulamaktadır ve bu nedenle geçmişte olduğu gibi kural bazlı sisteme bağlılığını sürdürecektir. Ancak hizmet ticareti, e-ticaret, fikri mülkiyet hakları gibi alanlarda yeni kurallar oluşturulurken büyük ve güçlü aktörlere rakip olacaktır. Pandemi sonrasında çevre ve sağlığın öncelik kazanacağı açıktır. Bu durum bir yandan yeni teknolojilere yatırım yapan ve gelişmiş ülkelerdeki pazar payını artırmayı hedefleyen Çin için yeni fırsatlar sunarken, bir yandan da dünya refahına katkıda bulunabilir."