Tarih: 09.06.2021 09:44

Türkiye küresel iklim değişikliğinin potansiyel etkileri açısından risk taşıyan ülkeler arasında bulunuyor

Facebook Twitter Linked-in

Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğretim üyesi, Bitkisel Üretim Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Adem Aksoy, iklim değişikliğinin etkisinin sıcaklıklardaki artıştan ibaret olmadığını belirterek, “Kuraklık, seller, şiddetli kasırgalar gibi aşırı hava olaylarının sıklığı ve etkisinde artış, okyanus ve deniz suyu seviyelerinde yükselme, okyanusların asit oranlarında artış, buzulların erimesi gibi etkenler sonucunda bitkiler, hayvanlar ve ekosistemlerin yanı sıra insan toplulukları da ciddi risk altındadır” dedi.

Küresel iklim değişikliği, kuraklık konusunda İHA’ya değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Adem Aksoy, “Gezegenimizin atmosferi tıpkı bir sera gibi çalışır. Yeryüzüne ulaşan güneş ışınlarının neredeyse yarıya yakını yeryüzünden yansır. Atmosferimiz, sera gazı olarak da nitelendirilen karbondioksit, metan, su buharı, ozon, azot oksit vb. gazlar sayesinde yeryüzünden yansıyan güneş ışınlarının bir kısmını tekrar yeryüzüne gönderir. Bir battaniye işlevi gören sera gazları sayesinde yeryüzündeki ortalama sıcaklık, insanlar, hayvanlar ve bitkilerin hayatını sürdürmesine imkan verecek bir ısı düzeyini, 15C’yi yakalar. Sera gazları olmasaydı, yeryüzünün ortalama sıcaklığı eksi 18C civarında olurdu. Sera gazlarının bu doğal etkisi ’sera gazı etkisi’ olarak adlandırılır. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli, insan faaliyetlerinin atmosferde oluşturduğu etkinin sonucunda küresel ortalama sıcaklıklarda artış yaşandığını ortaya koymuştur” dedi.

Prof. Dr. Adem Aksoy, küresel iklim değişikliğine yol açan etkenler konusunda ise, “Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli, küresel iklim değişikliğinin ana nedeninin sera gazı emisyonlarında insan faaliyetleri sonucunda gözlenen artış olduğunu ortaya koydu.

Başta kömür olmak üzere fosil yakıtların yakılması, atmosferdeki karbondioksit oranının artmasındaki ana sorumludur. IPCC’ye göre 2004 yılındaki insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının yüzde 56’sı fosil yakıt kullanımında ortaya çıkan karbondioksite aittir. Ormansızlaşma da yüzde 17’lik bir paya sahiptir.

Fosil yakıtlar arasında ana sorumlu olarak ’kömür’ karşımıza çıkar. Küresel ölçekte birincil enerji talebinin yüzde 27’si kömürden sağlanırken, enerji kaynaklı sera gazı emisyonlarının yüzde 43’ü kömür kaynaklıdır. Kömürü yüzde 36 ile petrol, yüzde 20 ile doğalgaz takip eder . Kömür, üretilen bir birim enerji başına doğalgazın 1,7 katı CO2’yi atmosfere salar” dedi.

Bilim dünyasının iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini en aza indirmek için ortalama sıcaklıklardaki artışın azami 2C ile sınırlanması gerektiğini dile getiren Prof. Dr. Adem Aksoy, açıklamasını şöyle sürdürdü:

“Bugünün iklim koşulları dikkate alındığında Türkiye’de küresel iklim değişikliğinin etkileri su kaynaklarının azalması, kuraklık, sıcak hava dalgaları, sellerdeki artış ve tarımda verimliliğin düşmesi olarak kendini göstermektedir. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (Intergovernmental Panel on Climate Change, IPCC) tarafından iklim değişikliğinin fiziksel temelleri ile etkileri üzerine 2013’te yayımlanan 5. Değerlendirme Raporu’nda (AR5) belirtilen, Akdeniz Havzası’nda ve Türkiye’de olması muhtemel değişiklikler durumun ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Bunların başında ülkemizde yaşanan ve ileride de şiddetlenerek artacağı düşünülen kuraklık sıkıntısı gelmektedir. Kuraklık, sonuçları dikkate alındığında günümüzde insanoğlunun geleceğini tehdit eden en önemli küresel ve bölgesel çevre sorunlarının başında gelmektedir. Kuraklık, yağış miktarının uzun yıllar boyunca gerçekleşen yağışların ortalama değerinden daha az olması ile ortaya çıkan bir olaydır. Türkiye’nin İklim Değişikliğine Bağlı Kuraklık Durumu 64 kuraklık, hem meydana getireceği zararlar bakımından hem de bu konuda farkındalığın yeterli seviyede olmaması açısından doğal afetler arasında en tehlikelilerin başında gelmektedir. Kuraklığın etki derecesi, süresi ve zamanının tahmini oldukça zor olup kuraklığın tesirleri, insan faaliyetleri ile de yakın ilişkilidir. Bazı durumlarda bir tek mevsim sürüp, sadece az bir alanı etkilerken iklim kayıtları kuraklığın bazı durumlarda yıllarca devam edebildiğini ve çok geniş alanları etkileyebildiğini göstermektedir. Su kaynakları su talebini karşılayamaz hale geldiğinde kuraklık ortaya çıkmaktadır. Ülkemiz yarı kurak/yarı nemli orta enlem bölgesinde bulunmaktadır. Aynı bölgede bulunan pek çok ülke gibi dönemsel olarak bazı dönemlerde daha kurak iklim şartları hakimken bazı dönemlerde daha nemli iklim hakimdir. Türkiye’de 51 milyon hektarlık arazi kurak ve yarı kurak alan olarak değerlendirilmektedir. Bir başka ifade ile yarı kurak iklim koşulları ülkemizin yüzde 37,3’ünde hakimiyet kurmuş durumdadır. Yağışın miktar ve dağılımında meydana gelebilecek değişiklikler, gerek su kaynakları, gerekse genelde yağışa bağımlı olan kuru tarım nedeniyle ciddi bir şekilde etkilerini hissettirebilmektedir. İnsanlık tarihi boyunca çeşitli kuraklık dönemleri meydana gelmiştir. Yarı kurak iklim bölgesinde yer alan Türkiye de geçmişte kuraklıkla karşı karşıya kalmış olup, kuraklık yakın dönemde de küresel iklim değişimi ile birlikte daha sık ve şiddetli gerçekleşeceğinden bugüne oranla daha çok tehlikeli olacaktır. İklim değişikliği, insan kaynaklı faaliyetler sebebiyle atmosferin bileşiminde veya arazi kullanımındaki değişiklikler sonucu oluşabilmektedir. İklim değişikliğinin etkisiyle su döngüsünde değişiklikler olmakta ve buna bağlı olarak kuraklık ve taşkın gibi doğal afetlerin meydana geliş sıklığı ve şiddetinde artışlar beklenmektedir.”

Türkiye’de Kuraklığın Nedenleri

Dünya üzerindeki 35 milyon kilometreküp tatlı suyun sadece yüzde 0,3’ünün ekosistem ve insani tüketime uygun tatlı su kaynaklarından oluştuğunu anlatan Prof. Dr. Adem Aksoy, “Türkiye’de ise toplam 95 milyar metreküp yüzey suyundan yüzde 9 oranında faydalanılmakta olup, bunun yüzde 79’u sulamada, yüzde 14’ü içme suyunda, yüzde 10’u ise sanayide kullanılmaktadır. Türkiye, sanılanın aksine su kıtlığı sınırında bir ülkedir. Türkiye’nin gereksinim duyacağı su miktarının, önümüzdeki 25 yılda günümüz su tüketiminin 3 katı olacağı öngörülmektedir. Bugünün teknik ve ekonomik koşulları doğrultusunda, farklı maksatlar için kullanılabilecek yerüstü suyu potansiyeli yurt içindeki akarsulardan 95 milyar m, komşu ülkelerden yurdumuza gelen akarsulardan 3 milyar metreküp olmak üzere, ortalama yıllık toplam 98 milyar metreküptür. 14 milyar metreküp civarında tespit edilen yeraltı suyu potansiyeli ile beraber ülkemizin kullanılabilir yerüstü ve yeraltı su potansiyeli yıllık toplam 112 milyar metreküp olup, bu miktarın sadece 44 milyar metreküpü kullanılmaktadır. Türkiye’de kişi başına kullanılabilir su miktarı yıllık 1.300 metreküptür (günde yaklaşık 216 litre). Suyun değeri ve korunması söz konusu olduğunda, daha ziyade fazla su harcamamak, musluktan akan suyu verimli kullanmak, yağış miktarları ve küresel iklim değişikliği gibi konular göz önünde bulundurulmaktadır. Ancak suyu doğru ve verimli kullanmanın yanı sıra bir ürünün üretimi aşamasında ne kadar su kullanıldığı da bilinmekle birlikte çoğu zaman dikkate alınmamaktadır. Bu anlamda su yalnızca doğrudan değil dolaylı olarak da fazla tüketilmektedir. Üreticilerin ve tüketicilerin kullandığı doğrudan ve dolaylı tüm su, ’sanal su’ olarak tanımlanır. Diğer bir ifadeyle bireyin, topluluğun ya da sektörün su ayak izi, ’birey veya topluluk tarafından tüketilen ve sektör tarafından da üretilen her mal ve hizmetin üretilmesi için gereken toplam tatlı su hacmidir.’ Su ayak izi de hesaba katıldığında ülkemizde bir kişinin kullandığı su miktarı günde gerçekte 5.416 litreye kadar çıkmaktadır. İklim şartlarının değişmemesinin mümkün olduğu durumda bile, yalnızca nüfus artışı sebebiyle 2050 yılında Türkiye’de kişi başına düşen su miktarının yılda 1.200 metreküp civarında olacağı öngörülmektedir Bir başka ifade ile ikliminin değiştiği ve nüfusunun hızla arttığı dikkate alındığında Türkiye’nin 2050 yılında su fakiri bir ülke olacağı öngörülmektedir. Benzer şekilde SYGM (2016) raporuna göre MPI-ESM-MR Modeli RCP8.5 Senaryosu Türkiye’nin yüzeysel su potansiyelini 98 milyar metreküp (yaklaşık yüzde 88) ve yeraltı suyu potansiyeli 14 milyar metreküp (yaklaşık yüzde 12) olarak hesaplamaktadır. Böylece günümüzde Türkiye’de kullanılabilir su miktarı kişi başına yıllık 1.300 metreküp civarında olduğundan, Türkiye bu miktara kıyasla su azlığı yaşayan bir ülke konumundadır. Ülkemizde sektörlere göre 2012 yılında gerçekleşen ve 2023 yılında beklenen su tüketimi miktarları ve yüzdeleri dikkate alındığında bugün Türkiye’nin kullanıma uygun durumdaki yüzey ve yeraltı su potansiyeli yıllık toplamı olan 112 milyar m’lük suyun tamamı 2023 yılında mevcut ve tümüyle kullanılabilir durumda olmak zorundadır. Ancak bu miktarın tümünün kullanılamayacağı gibi küresel iklim değişikliği etkisiyle ülkemiz genelinde azalan yağış ile ülkemizin tüketilebilir yerüstü ve yeraltı su potansiyelinde önemli azalmalar olmaya başlamış ve bu azalma gelecekte de devam edecektir.

Türkiye’de kuraklığa tesiri olan önemli faktörler arasında atmosferik koşullar, fiziki coğrafya faktörleri ve iklim koşulları bulunmaktadır. Yeryüzünde iklim özelliklerinin meydana gelişinde fiziki coğrafya faktörlerinin önemli tesirleri bulunmaktadır. Türkiye yüksek bir ülkedir ve ortalama yükseltisi 1100 m’den fazladır. Örnek olarak, Türkiye’nin deniz seviyesi ile 500 m arasında kalan alçak alanları ancak yüzde 17,5 kadar iken, 1000 m’den daha yüksek alanları ülke yüzölçümünün yüzde 55’ten fazlasına tekabül etmektedir. Bunun ülkemizin iklimle ilgili koşullarına önemli ölçüde tesir edeceği kesindir. Ülkemiz, coğrafi konumu ve yapısı sebebiyle çok farklı iklim bölgelerine ve mikroklima alanlarına sahiptir. İklim ve bilhassa tarımsal üretimde en önemli etkiye sahip olan yağış faktörü, zamansal ve mekansal olarak büyük değişimler göstermektedir.

Türkiye’nin pek çok bölgesinde hüküm süren bu kuraklık olayları ve su kıtlığı, tarım ve enerji üretimi için önemli olduğu kadar sulama, içme suyu, hidrolojik sistemler ve su kaynakları yönetimi açısından da oldukça önemlidir” diye konuştu.

Temiz, içilebilir kalitede ve insan sağlığına uygun su kaynaklarına erişimin insan hayatı için vazgeçilmez gereksinimlerin başında geldiğini dile getiren Prof. Dr. Adem Aksoy, daha sonra şunları söyledi:

“Bugün 1,3 milyar insan kullanıma sağlıklı ve kullanıma uygun suya erişebilecek durumda değildir. Bu insanlar öncelikle Orta Doğu, Kuzey ve Güney Afrika’da bulunmakla birlikte, dünya geneline yayılmışlardır. Bugün 19 ülke su kıtlığı veya su stresi sıkıntısına maruz kalmış durumdadır. 2025 yılında nüfus artışı ve ekonomik büyümeye paralel olarak bu sayının iki katına çıkacağı öngörülmektedir. Küresel iklim değişikliğinin etkisiyle beraber, özellikle gelişmekte olan ve kurak bölgelerde bulunan ülkelerin su kıtlığı sıkıntısı daha fazla önemli hal alacaktır. 2 ila 2,5 oC seviyelerinde sıcaklık artışıyla beraber, 2,4 ila 3,1 milyar insanın temiz su kaynaklarına erişiminin riske gireceği belirtilmektedir. Sıcaklıkların artması, yağışların azalmasına paralel olarak nehirlerde debi azalması, kıyı bölgelerde tuzlu suların tatlı su kaynaklarına karışması ve fırtınaların çoğalması gibi durumlar su konusunda sıkıntılar yaşanmasına sebep olmaktadır. Türkiye küresel iklim değişikliğinin potansiyel etkileri açısından risk taşıyan ülkeler arasında bulunmaktadır. İklimde bugün gözlenebilen ve öngörülen değişiklikler, bilhassa başta su kaynaklarında azalma, kuraklık ve bunlara bağlı ekolojik bozulmalar, orman yangınları, erozyon, tarımsal üretkenlikte değişiklik olmak üzere sıcak dalgalarına bağlı ölümler ve vektör kaynaklı hastalıklarda artışlara kadar pek çok açıdan doğanın dengesinin değişmesine sebep olmaktadır. Bunun yanında küresel iklim değişikliği su kaynakları üzerinde, su arzında azalma, su kalitesinde düşüş, su kaynakları için rekabet gibi etkilere sebep olmaktadır. İkliminin değiştiği ve nüfusunun hızla arttığı dikkate alındığında Türkiye’nin 2050 yılında su fakiri bir ülke olacağı tahmin edilmektedir. Türkiye’de iklim değişikliği etkisiyle kuraklıklar sıklaşmakta, yaz aylarında sıcaklık artışı ve kış aylarında sıcaklıların düşüşleri gözlenmekte, toprağın niteliği değişmekte, yüzey sularında kayıplar ve seller meydana gelmektedir. Tüm bu etkiler gıda üretimi ve kırsal kalkınma için ihtiyaç duyulan su kaynaklarının varlığı üzerinde önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Günümüzde su kaynakları; küresel iklim değişikliğinin yanı sıra hızlı nüfus artışı, hatalı arazi kullanımı, kontrol edilmeyen kaçak ve kayıplar ve kirlenmenin de olumsuz etkisine maruz kalmaktadır. Ülkemiz açısından su kaynakları enerji ve tarımsal açıdan oldukça önemlidir. Geçmişte sulama ve enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla çok sayıda su yapısı inşa edilmiş ve günümüzde de hala su yapısı inşa etmeye devam edilmektedir. Su yapılarının amaçları doğrultusunda kullanılması ve performans gösterebilmesi, ancak kuraklığın olmaması, bir başka ifade ile beklenen miktarda yağışın toprağa düşmesiyle mümkün olmaktadır . Tarımsal ve hidrolojik kuraklıkla mücadele için Türkiye’de kullanıma uygun su miktarı, DSİ tarafından yıllık olarak 234 milyar metreküp brüt su potansiyelinin yaklaşık yüzde 48’ine karşılık gelmek üzere, toplam 112 milyar metreküp olarak belirlenmiştir. Stratejik bir kaynak olan yer altı suları da son yıllarda yoğun şekilde kullanılmakta ve su potansiyeli açısından önemli bir yer tutmaktadır.”

Prof. Dr. Adem Aksoy, Türkiye’nin yeraltı su kaynaklarının özellikle iklim değişikliğinin neden olabileceği suya bağlı olumsuzluklara karşı ülkemizin geleceğini teminat altına alabilecek nitelikteki en önemli "stratejik" su varlığı olduğunu belirterek, “Günümüzde insan etkinliklerinin, su döngüsüne geri dönülmez biçimde müdahale etmesiyle artık kuraklık bir doğa olayı olmaktan çıkmıştır. Su kaynaklarının ekolojik dengeyi bozacak şekilde kullanılması; sulak alanlara ve akarsu yataklarına yanlış müdahaleler, yeraltı su depolarından kontrolsüzce su çekilmesi ve tarım ve hayvancılık için çok büyük miktarlarda su kullanılması küresel iklim değişikliği su kaynaklarında geri dönüşü olmayacak değişiklikler meydana getirmiştir. Günümüzde iklim değişikliği, nüfus artışı, kirlilik ve arazi kullanımıyla birlikte su döngüsüne en büyük baskıyı yapan etken olarak görülmektedir” şeklinde konuştu.


Orjinal Habere Git
— HABER SONU —