Bitlisli yazar Cihan Olan çocukluğundan beri hayalini kurduğu ‘Kibrit Kutusundaki Mektup’ adlı romanını çıkardı.
Bitlis’te ikamet eden Olan, 2012 yılında başladığı romanına çeşitli sebeplerden ötürü ara vermek zorunda kalsa da bu yıl eserini bitirip roman severlerle buluşturdu. Bitlis Belediyesi Tiyatro Topluluğunun kurucusu ve genel sorumlusu olan Cihan Olan, romanında özellikle Bitlis’in tarihi, coğrafyası, kültür ve sosyal yapısını ele aldı.
Romanı hakkında İhlas Haber Ajansına (İHA) açıklamalarda bulunan Olan, “Otobiyografik romanın genel konusu, gençlik yıllarının aşk serüvenleri, Bitlis’in tarihi, coğrafyası, kültür ve sosyal yapısıdır. Bu eser biraz da ihtiyaçtan doğmuştur. Hayatın paylaştıkça güzelleştiğini, bilginin de paylaştıkça zenginleştiğine vurgu yapıldığı ve en önemlisi de aşkın ve sevginin ne kadar değerli olduğunu ve bunu yaşayabilmenin herkese kısmet olamayacağını anlatıyor. Zorluk yaşamadan hiçbir başarının mümkün olmadığına ve peşinden gidilmeyen hiçbir hayalin gerçekleşmeyeceğine tanıklık etmiş olacağız. Öncelikle bu eser azmin, sabrın, iyi niyetin, uykusuz gecelerin ve fedakarlığın meyvesi olup, aynı zamanda toplumdaki kadınların değer aynasıdır” dedi.
“6 yaşında gördüğüm bir rüya, bu serüvenin başlangıcı oldu”
“Bir öğlen vakti evin karşısındaki ahşap köprüden geçmeye çalıştığım esnada, gözüm suyun içindeki nesneye takıldı” diyen Cihan Olan, “Rüzgarın salladığı köprü nesneyi görmemi engelliyordu. Karşıya geçip dere kenarına gelince, suyun içindekinin bir kitap olduğunu fark ettim. Merak salıp kitabı almaya yeltenince, çok derinde olduğunu fark ettim. Hızlıca soyunup suya balıklama dalınca, suyun altında bir şey göremeyip gün yüzüne çıktım. Şoka girmiştim tekrar suya dalınca kitabın suyun altında sürüklendiğini gördüm, elimi uzattıkça kitap kayıp gidiyordu, bir süre bu şekilde suyun altında kitabı yakalamaya çalışırken nefes almak için suyun yüzeyine çıkınca gecenin karanlığıyla karşılaşınca ürperdim. O korkuyla ter içinde yatağımdan fırlayınca, dışarının hafiften aydınlandığını gördüm, hiç tereddüt etmeden elbisemi giydiğim gibi dışarıya fırlayıp dereye doğru koşmaya başlayınca ayağım takılıp yere düştüm. Başımı kaldırınca köprünün üstünde bir kız çocuğunun oynadığını gördüm, kız oynadıkça köprü sallanmaya başladı. Köprüden düşmek üzere olan kıza seslenince, sesimin çıkmadığını fark ettim, ne kadar bağırsam da sesim çıkmıyordu. Bu arada kız köprünün üstünden dereye düştü. Kalkıp köprüye doğru koşacakken bir el beni tuttu. Dönünce babamın yüzündeki gergin bakışla karşılaştım. Babam ‘hadi eve gidelim’ dedi. Babamın sesiyle uyandığımda rüya içinde rüya görmüş olduğumu fark ettim. O, benim için sıradan bir rüya değildi ve hiçbir zaman da olmadı. Nitekim bugün bu kitabın elimde oluşunun sebebi belki de o rüyadır. Çünkü kitaplara olan ilgi ve bağlılık bu rüyayla şuur altıma yerleştiğini biliyorum. Yıllar sonra bunu bir hayale dönüştürdüm. Hayatım şekillendikçe ve yeni serüvenler yaşadıkça bu eseri yazmaya karar verdim. İnsan yaşadıkça yaşam anlam kazanır ve bu yaşadıklarını ölümsüzleştirme ihtiyacı hisseder. Atılan her adımın ve eylemin bir sebebi vardır. Bu eser de sebepsiz değildir. Benim için çok özeldir, çünkü çok özel ve değerli hikayeleri barındırıyor” diye konuştu.
“Bir insanın hayatımıza ne denli olumlu yansıyabileceğinin aynasıdır bu roman”
“İnsanı ölümsüzleştiren, ardında bıraktığı eser ya da eserlerdir” diyen Olan, açıklamasına şöyle devam etti:
“Bu bazen çocuğunuz olur, bazen diktiğiniz bir ağaç, bazen de yazdığınız bir eser. Aslında en önemlisi de yaşadığınız hayatın olumlu ve olumsuz yönlerini insanlara bir ders, bir örnek ve bir tecrübe olarak aktarma ihtiyacı hissediyorsunuz. Ben de kendi hayat tecrübemi insanlara aktarmak ve paylaşmak istedim ki, herkes payına düşeni alsın ve yarar sağlasın. İyi ve doğruyu aktarmayı kendime vazife olarak bildim. Bu kitapta olumlu şeyler karşısında olumsuz durumları da aktardım. Aktardım ki okuyucu iyi ve kötüyü karşılaştırıp ona göre kararlar alsın. Son zamanlarda toplumda birtakım bozulmaların yaşandığı ve insanların özünü kaybetmeye başladığına tanıklık ediyoruz. Bunun en büyük sebebinin de internet ve sosyal medya olduğunu kabul etmek lazım. Teknolojinin faydalı olduğu kadar zararlı yönlerinin olduğunu inkar edemeyiz, o yüzden şuurlu kullanmak esas olmalıdır. İnsan özünü kaybetmeye başladığı gün, vicdani gevşemeler ve bunun sonunda bir öz çıkar duygusu ön planda olur. Belirtmiş olduğum bu konuları da ihtiyaç olarak romanımda işledim. Verdiğim mesajlar toplumun geneline hitap etmektedir. Değerli okurlarıma saygılarımı sunar, eserimin fayda sağlaması dileğiyle.”