Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Erzurum ziyareti çerçevesinde AK Parti İl Başkanlığı’nda gündeme dair değerlendirmelerde bulundu.
Bakan Tunç, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada dünyaya seslendiğini ve insan haklarının nasıl savunulduğunu bütün dünya liderlerine gösterdiğini ifade etti. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, konuşmasında Filistin’deki zulmün 7 Ekim’den bu yana başlamadığını ve aslında bu oradaki zulmün bir asırdan bu yana devam ettiğini vurguladı. Kendisinin de eşinin memleketinden dolayı Erzurum’un Şenkaya ilçesinden olduğunu ifade eden Bakan Tunç, “Bugün memleketimiz Erzurum’da bulunmaktan duyduğum memnuniyeti öncelikle belirtmek istiyorum. Erzurumlu sayılırız. Şenkayalı sayılırız. Bizim kaderimiz de böyleymiş. Ne güzel bir kader. Güzel bir kader değil mi? Bugün hemşerilerimizin arasında bulunmaktan çok mutluyuz” dedi.
“Erzurum doğunu lider şehri”
Sabah Erzurum Valiliği ve Büyükşehir Belediyesini ziyaret ederek Erzurum’daki yatırımları değerlendirdiklerini anlatan Bakan Tunç, “Erzurum kazanmaya devam ediyor. Tabii Türkiye Buluşmaları programı kapsamında yaklaşık bir aydan bu yana milletvekillerimiz, tüm milletvekillerimiz, teşkilatlarımızla beraber Türkiye’nin bütün illerinde bu programları gerçekleştiriyorlar. Bundan sonra da zaten kongre süreci başlayacak. Önemli bir çalışma oldu. Ben Tekirdağ’da ve Denizli’de Türkiye buluşmaları programını gerçekleştirmiştim. Oralarda gerçekten halkla bütünleşme anlamında çok güzel faaliyetler oldu. Bugün de Erzurum’dayız. Erzurum’da Türkiye buluşmaları kapsamında milletvekillerimiz ilçelere dağılacaklar. Tabii uzak ilçelere buraya gelmeden katılan milletvekillerimiz oldu. MKYK üyelerimiz burada. Ve inşallah bu toplantıdan sonra hemen dağılacağız. Biz şehirde esnaf ziyaretleri gerçekleştireceğiz. Ve adliye ziyaretleri geceye kadar buradayız. Hemşerilerimizle beraber olacağız inşallah. Erzurum Doğu’nun lider şehri, buranın başkenti Erzurum. Erzurum kadim bir şehir. Erzurum, İbrahim Hakkı Hazretleri’nin şehri. Erzurum, Nene Hatunların, kahramanların diyarı. Erzurum, Alvarlı Hazretleri’nin diyarı. Abdurrahman Gazi Hazretleri’nin diyarı. Manevi değeri yüksek bir şehir. Tarihi bir şehir. Kültür şehri. Her yeri tarih kokuyor. Nereye baksanız ecdadımızı görüyoruz. Erzurum Türkiye’nin bir değeri. O nedenle biz Erzurum için ne yapsak azdır. Erzurum en son seçimlerde Cumhurbaşkanımıza yüzde 74 oranında çok büyük bir destek verdi. 2002’den bu yana da destek veriyor. Hiç eksiltmeden bu desteğini sürdürüyor. Hem yerel yönetimlerde hem de merkezi iktidarda gerçekten Erzurum hep milli iradenin yanında olmaya devam etti. Her güçlüğümüzde Erzurum’dan büyük destek gördük. O nedenle biz Erzurum’da hemşerilerimize müteşekkiriz. Onlara teşekkür borçluyuz. Onlar için ne yapsak azdır. 2002’den bu yana hep sahip çıktılar. İnşallah biz de onların o güvenine layık olabilmek için gerek belediye başkanlarımız, gerek teşkilatımız, gerek hükümetimiz, kabinemiz elimizden gelen gayreti göstereceğiz” diye konuştu.
“Birleşmiş Milletlerin artık revizyona tabi tutulması lazım”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmayı hatırlatan Bakan Tunç, “Sayın Cumhurbaşkanımızın dinlediniz. Dünyaya seslendi. İnsan haklarının nasıl savunulduğunu bütün dünya liderlerine gösterdi. Demokrasinin nasıl savunulması gerektiğini, mazlumun hakkının nasıl korunması gerektiğini, çocuk haklarının, kadın haklarının nasıl korunması gerektiğini orada bütün dünyaya adeta büyük bir mesaj verdi. Liderimizle, dünya liderimizle gurur duyuyoruz, onur duyuyoruz. 7 Ekim’den bu yana Filistin’de işlenen insanlık suçunu ve işleyenlerin insanlık huzurunda cezalandırılması gerektiğini ve orada akan kanın durdurulması gerektiğini bütün dünyaya haykırdı. Ve Türkiye olarak da 7 Ekim’den bu yana özellikle oradaki akan kanın durması noktasındaki mücadelemizi hep sürdürdük. Oradaki mazlumlara insani yardımlarımızı yapmanın gayreti içerisinde oldu. Maalesef uluslararası sistem, uluslararası kuruluşlar, uluslararası mahkemeler etkisiz. 7 Ekim’den bu yana oradaki soykırımı durdurma noktasında çaresiz ve bir çifte standart söz konusu. 7 Ekim’den bu yana 41 binden fazla insan Filistinli orada şehit edildi. Bunun yüzde 80’i çocuklardan ve kadınlardan oluşuyor. Ama maalesef dünya insanlık vicdanı sokaklara taşıyor, gösteriler yapılıyor, protesto yürüyüşleri yapılıyor ama maalesef insanları temsil eden uluslararası kuruluşların etkisiz olduğunu zaten başından beri Sayın Cumhurbaşkanımız “dünya beşten büyüktür” diyerek bunu her defasında her platformda söylüyor. Yine söyledi Birleşmiş Milletlerde. Birleşmiş Milletlerin bir artık revizyona tabi tutulması lazım. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi uluslararası kuruluşlar maalesef insanlığın karşılaştığı sorunlara çare olamıyor. Burada adaletsiz bir yapı var. Bunun artık değişmesi lazım diye uzun yıllardan bu yana tekrar ederken birileri ya bu mümkün mü ki? Bunu sizden başka kim söylüyor ki? Diye eleştirenler oldu. Ama bugün geldiğimiz noktada birçok dünya ülkesi liderinin aynı noktaya geldiğini ve uluslararası kuruluşların ve Birleşmiş Milletlerin yapısının, güvenlik konseyinin yapısının artık bir revizyona tabi, bir reforma tabi tutulması gerektiğini söylemeye başladılar. Dünyada hakkaniyeti, adaleti savunmaya Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde devam edeceğiz. Yedi Ekim’den bu yana başlamadı aslında bu oradaki zulüm. Bir asırdan bu yana devam ediyor. Dört yüz yıl boyunca Osmanlı idaresinde her dinden insanın barış içerisinde yaşadığı Filistin maalesef yüz yıl önce orada işgalle başlayan orada Yahudi devletinin kurulması da Filistin topraklarının kademe kademe işgal edilmesiyle bir süreçte insanlar orada yerinden yurdundan edildi. Bir katliamı maruz kaldı. Tabii bu süreçte Birleşmiş Milletlerin sayısız kararları var. Güvenlik Konseyi’nde kararları var. Uluslararası kuruluşların hiçbir kararına bugüne kadar uymayan bir devlet var. Aslında devlet bile demeye dili varmıyor insanın. Artık şu yedi Ekim’den bu yana kırk bir binden fazla insanı çocuk katliamı yapan bir yapıyı devlet olarak kabul etmek bile artık çok zor bir terör devleti gibi hareket ediyor. Tabii bu cesareti küresel güçlerden alarak bunu yapıyor. Onlara silah yardımı yapanlardan bu cesareti alıyor. Ve bu adaletsizliklerin sona erdirilmesi noktasında da Türkiye Cumhurbaşkanımızın liderliğinde büyük bir gayret içerisinde. Uluslararası Adalet Divanı’na başvurduk. Güney Afrika’nın başlattığı soykırım davası. Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi’nin bütün unsurları İsrail Devleti tarafından ilan edilmiş durumda. Devlet olarak İsrail şu anda soykırım suçuyla yargılanıyor. Ve ilk duruşmada biz beyanımızı bulunduk. Dışişleri Bakan Yardımcımız Ahmet Bey beyanda bulundu ve bunun bir soykırım olduğunu, İsrail’in cezalandırılması gerektiğini ve mutlaka bu akan kanın durdurulması noktasındaki karar alınması gerektiğini ifade etmiştir. Sonrasında müdahale dilekçemizi verdik. Davaya katılma dilekçemizi verdik. Bütün devirleriyle beraber İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı olarak bu çalışmayı gerçekleştirdik. Yine uluslararası ceza mahkemesinde de başsavcının yürütmüş olduğu soruşturmaya da tüm sivil toplum kuruluşlarımıza destek vererek barolarından diğer kuruluşlara varıncaya kadar delillerin oraya sunulması noktasındaki çabalarımızı da gösterdik. Tabii Uluslararası Ceza Mahkemesi başsavcısıyla Birleşmiş Milletlerde Sayın Cumhurbaşkanımız görüşme yaptı. Başsavcının bir an önce o soruşturmayı tamamlayıp Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin ezdiğinde artık bir ceza davasını açması gerekiyor. Evet, takdir ettiğimiz bir husus yakalama kararı talep etti ve bu yakalama kararı talep edilen o savaş suçlusu, soykırım suçlusu maalesef Amerika Birleşik Devletleri Kongresi’nde ayakta alkışlanabildi. İşte onu ayakta alkışlayanlar onun o soykırım suçuna ortak olanlar ve dünyanın yüz karası olarak tarihe geçen insanlardır onlar. Eninde sonunda bugün o tedbir kararlarına uymayan İsrail Devleti ve o soykırım suçunu işleyen İsrailli yöneticiler, Netanyahu başta olmak üzere mutlaka bir gün uluslararası hukukun önüne çıkıp hesap verecekler ve cezalandırılacaklar. Hem bu dünyada zaten öbür dünyada ilahi adaletten onun için kaçış yok. Orada ki çocukların, oradaki mazlumların o çektiği sıkıntıların kap kap ve fazlasını o soykırımı yapanlar çekecek. Biz bundan hiç şüphemiz yok. Türkiye olarak da hep mazlumun yanında olmaya, insan haklarını savunmaya ve insan onurunu savunmaya, hakkaniyetli olmaya, adaletli olmaya hep devam edeceğiz inşallah” şeklinde konuştu.
“AK Parti hep milletle beraber yol aldı”
“AK Parti’yi bugünlere getiren hep milletten korkmamasıdır. Milletin sesine kulak vermesidir. Milletin hissiyatına tercüman olmasıdır” diyen Bakan Tunç, konuşmasını şöyle sürdürdü; “İktidarda da hep milletin taleplerini yerine getirmesidir. Yoksa 22 yıldan bu yana millet bizi iktidarda tutmuşsa bunun bir sebebi vardır. Onun sebebi de milletin ta kendisi olmaktır. Milletle beraber düşünmektir. Milletle beraber yol almaktır. AK Parti’nin başarısının en önemli sebebi budur. Yirmi üç yıl oldu AK Parti kurulalı. Yirmi iki yıldan bu yarda iktidardayız. Kurulduğu yılın hemen ertesi yıl yapılan seçimlerle tek başına iktidara geldi AK Parti. O doksanlı yılların çektirdiği sıkıntılardan bunalan milletimiz o vesayetçi anlayıştan demokrasi eksikliğinden, adalet eksikliğinden, ekonomik krizlerden, siyasi krizlerden bir buçuk yılda bir değişen hükümetlerin oluşturduğu o sıkıntılardan, fakirlikten, fukaralıktan, Türkiye’nin kurtuluşunu Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında buldu. Ve” bir parti kur” dedi “arkandayız” dedi. Daha partinin ismi belli olmadan Erzurum’da hemşehrilerimiz bir araya geldi. Herkes teşkilatlanmaya başladı. Adeta millet Recep Tayyip Erdoğan’a “Haydi kur şu partiyi arkandayız” diyerek AK Parti’nin kurulmasını sağladı. Yani AK Parti değerli arkadaşlar öyle masa başı etrafında üç beş kişinin bir araya gelir. Ey Recep Tayyip Erdoğan bir parti kuralım da millete gidelim, milletten oy isteyelim şeklinde bir siyasi mühendislik neticesinde kurulmuş bir parti değil. AK Parti’yi kuran millettir. Milletin talebiyle kurulmuştur ve milletin talebiyle de tek başına ilk seçimde iktidar yapılmıştır. Yirmi iki yıldan bu yana da iktidardayız. Yirmi iki yıldan bu yana ülkemizin seksen bir vilayetinin her bir köşesine eserler götürdü. İşte Erzurum’da il başkanımız biraz önce saydı. Eski tabii güncellenmemiş rakamlar bunlar. 200 yüz milyara yakın Erzurum, sadece Erzurum vilayetimize yapılan yatırımlar. Yollarıyla, hastaneleriyle, okullarıyla, kamu binalarıyla, barajıyla, her şeyiyle her tarafta AK Parti’nin eserleri var. Ne yapsak azdır diyoruz. Yüzde yetmiş dört oranında da güçlü bir destek var Erzurum’da. O nedenle Erzurum’a çok daha büyük ehemmiyet göstermeye devam edeceğiz inşallah.”
“Adalet ile kalkınma birbirinden ayrılmaz”
Türkiye’nin fiziki kalkınmasını sağlarken Türkiye’nin demokratik kalkınmasını da sağladıklarını ifade eden Bakan Tunç, “Demokrasiyle kalkınmanın at başı gitmesi gerektiğini biliyoruz. Adaletle kalkınmanın birbirinden ayrılamayacağını biliyoruz. Zaten partimizin ismi adalet. Her şeyde adalet. Sadece adlî faaliyet değil. Eğitimde adalet, sağlıkta adalet, gelir dağılımında adalet, vergide adalet. Dolayısıyla adalet bizim şiarımız. Adaletli bir şekilde ülkemizi kalkındırmanın gayreti içerisinde olduk. Bu nedenle de girdiğimiz her seçimde milletimizin desteğini almayı başardık. Türkiye’nin seksen bir vilayetine enerji yatırımları, havayolları, limanlar, üniversiteler, hızlı trenler inşallah Erzurum’a da gelir. Her bir köşesi devasa yatırımlarla doldu. AK Parti’nin ilk dönemi hatırlayalım iki bin ikide iktidara geldiğimizde memleketin içinde bulunduğu durumu çift haneli enflasyon şimdi de öyle ama yine indireceğiz. Bu enflasyonun çift haneli rakama çıkmasının şu anda sebeplerini milletimiz çok iyi biliyor. Kuzeyimizde bir Rusya Ukrayna savaşı en çok ekonomide bizi etkiledi. Hemen güneyimizde bir terör devletinin kurulmaya kalkışılması ve orada yaptığımız harekatlar, mücadeleler elbette ki ekonomimizi etkileyen hususlar. Doğu Akdeniz’in işgal edilmeye kalkışılması Libya’yla ilgili yaptığımız anlaşmalar, oradaki mücadelemiz ve şimdi Filistin meselesi ve 6 Şubat’ta meydana gelen ağır bir deprem, dünya tarihinin en büyük depremiyle karşı karşıya kaldık. On bir vilayetimiz çöktü. Şimdi onu inşa etmenin, yeniden ayağa kaldırmanın mücadelesini gerçekleştiriyoruz. Bir de öncesinde beş yıl önce bir pandemi süreci iki yıl, üç yıl kapalı kaldığımız bir süreç bütün dünya ekonomilerini etkiledi. Böyle bir ortamda elbette ki ekonomimiz olumsuz etkilendi. Şimdi bu olumsuz tabloyu olumluya çevirmenin gayreti içerisindeyiz. Ekonomi yönetimimizin uyguladığı bir program var. Bu program çerçevesi içerisinde inşallah enflasyonu nasıl 2002 devr aldığımızda çift hanelerden tek hanelere düşürmüşsek yine aynı şekilde düşürerek halkımızın bu anlamda emeklisinden memuruna işçisine varıncaya kadar alım gücünü artıracağız. Bundan hiç şüpheniz olmasın. Bunu gerçekleştireceğim. 2002’den itibaren iki bin yediye kadar Cumhurbaşkanlığı seçimlerine varıncaya kadar dört buçuk yıl bir acil eylem planıyla işe koyulmuştur. 2007’de Cumhurbaşkanlığı seçimleri gelip çattığında vesayetçi anlayış düğmeye bastı. Hatırlayalım Cumhuriyet mitingleri adasında bir kaos ortamı oluşturmaya çalıştılar. Sonrasında bir üç yüz altmış yedi krizi icat ettiler. e-muhtıra verdiler ve hükümet o e muhtıraya sert icat verdi. Oturun oturduğunuz yerde. Herkes içine bakacak dedi. Ve Cumhurbaşkanlığı seçimini mecliste yapılan seçimi o günkü vesayetçi anlayışı sahip Anayasa Mahkemesi iptal etti ve halka gittik. Hem seçim yaptık sonrasında hem de Cumhurbaşkanı’nın halk seçsin referandumuyla ülkemizde yeni bir dönem daha başladı. Tabii iki bin sekizde bir kapatma davasıyla karşı karşıya kaldık. Zaten AK Parti daha ilk kurulduğunda kapatma davasıyla karşılaşmıştı. 2001’de kurucu üyeleri arasında başörtülü var diye partimize ihtar çekildi. Böyle durumlardan geldik. Biz böyle bir hukuk düzeninden biz devraldık ülkeyi. Böyle bir demokrasi vardı Türkiye’de. Vesayetçi anlayışın her alanda hakim olduğu bir dönemdi. Başörtüsü kısıtlamalarının giyim, kuşam özgürlüğünün olmadığı bir dönemlerden biz bugünlere geldik. Ve iki bin sekizde kapatma bir oyla nitelikli çoğunluk sağlanamadığı için kapatmaktan kurtulduk. O dönemde ne demişlerdi? AK Parti laikliğe aykırı eylemlerin odağı oldu. Neden? İşte bir ortaokulda öğrencilerden birkaç tanesinin başı kapalıymış. Nasıl böyle bir şey olabilir? Yani bu bir iktidar partisinin kapatmasına sebep mi olabilir? O günlerden biz bugünlere geldik. Hatırlayalım. Mecliste Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin oylaması yapıldı. Üç yüz altmış yedi kişi var dedi meclis başkanı. Muhalefete itiraz etti, yok dedi. Onlar girmediler yoklamaya dedi. Ve hemen o oylamanın arkasından daha Anayasa Mahkemesi karar vermeden bu ülkenin yön başkanı basın toplantısı yapıyor, YÖK başkanı meclisteki oylama yanlıştır diyor. Meclisteki oylama geçersizdir diyor. YÖK başkanı sana ne meclisteki oylamadan? Seni ne ilgilendirir? O bugün köşelerinde ahkam kesen, demokrasi tellallığı yapan, bugün yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığıyla ilgili eleştirilerde bulunan o duayen dediğimiz tırnak içindeki gazetecilerin o eski videolarına bir bakın. Genelkurmay başkanının cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili olarak sordukları sorulara bakın. Utanmaları lazım, sıkılmaları lazım. Tekrar o görüntülerini izleyip milletten özür dilemeleri lazım. soruyorlar ne diyorsunuz Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sizin kriterlerinize uygun mu bu Cumhurbaşkanı diyor. O günkü Cumhurbaşkanı Genelkurmay Başkanı da diyor ki bizim kriterlerimize uymuyor diyor. Biz bu konuda tarafız diyor. Böyle bir demokrasi devraldık. Ve o günlerden geldik.” diye konuştu.
“Türkiye’yi uçurumun kenarına getirmek istediler”
Türkiye’nin büyük dev yatırımları bir bir hayata geçirdiği, faizlerin yüzde 5’ü düştüğü bir dönemde ülkenin bir kaos ortamına sürüklemeye çalışıldığını anlatan Bakan Tunç, “Gezi olaylarını başlattılar. O ağaçlar bahaneydi. Bütün sokakları ateşe verip bütün ülkeyi adeta bir savaş alanına anarşik bir ortama çekip hükümeti sokak darbesiyle devirebileceklerini zannettiler. Başaramadılar. Sonra acaba bunu masa başında yapabilir miyiz? Emniyet yargı darbesi girişimiyle biz hükümeti istifaya zorlayabilir miyiz diye düşündüler. Sonrasında hatırlayalım terör olaylarını azdırmaya çalıştılar. Kobani olayları, hendek kazmalar, Ankara’nın orta yerinde gar patlaması Kızılay’da, Merasim Sokak’ta bir kaos ortamıyla Türkiye’yi aslında bir uçurumun kenarına doğru getirmeye devam ettiler. Ve bunlarda da başarılı olamayınca son darbeyi acaba bir askeri FETÖ darbesiyle bu işi başarabilir miyiz diye düşündüler. 15 Temmuz gecesi milletin silahlarını millete doğrulttular. O tahtlarla milleti ezmeye kalkıştılar. Millet Cumhurbaşkanımızın o görüntüsünü, o sesini duyduğunda meydanlara indi ve o darbecilere karşı darbeyi gerçekleştirdi. O gece meclis büyük bir kahramanlık gösterdi. Vatandaşlarımız da milletvekilleri orada bombalar artında kahramanlık gösterirken hemşehrilerimiz, vatandaşlarımız tüm illeri meydanlarına eğer cumhurbaşkanımız Marmaris’ten havaalanına o darbeye direnen vatandaşlarımızın içerisine inmeseydi bu derece bir karşı koyma olabilir miydi? İşte lider önce olduğunda on yılda bir darbe, on yılda bir muhtıraya maruz kalan bu ülke işte bir darbeye ilk kez karşı koydu. O gece yargı mensuplarımız büyük bir kahramanlık gösterdi. Bugün yargıyla ilgili eleştirilerde bulunanlar bugün Türk yargısını yıpratmaya çalışanlar kasıtlı bir hareket içerisinde. Biz bunun farkındayız. Onların rahatsız oldukları şeyin ne olduğunun da farkındayız” dedi.
“Yargı birilerinin arka bahçesi olmaktan çıktı”
“Bugün yargının birilerinin arka bahçesi olmaktan çıktığı için onlar rahatsız. Yargımız milletin yargısı olduğu için rahatsız” diyen Bakan Tunç konuşmasını şöyle sürdürdü; “Yargının içerisinde hatalı kararlar olamaz mı? Elbette ki olabilir. Ama onun düzeltilme imkanı zaten yargının içinde var. Hatalı karar istinafta, temizde düzeltilebilecek yolu var bunun. Ama ne yapıyor? Bir örneği alarak bütün yirmi beş bin hakim savcının görev yaptığı yılda on iki milyon kararın verildiği bir noktada o bir karar üzerinden çıkıp bütün yargıyı töhmet altında bırakan bir tavır sergiliyor. Rahatsızlıkları neden? O rahatsızlıkta bulunanlar aslında 27 Mayıs yargısını özleyenler. O başbakanları asan, bakanları asan yargıyı özleyenler. Yine 12 Eylül’de darbecilerin yanında duran onlara destek olan milletin hakkını hukukunu savunmayan darbe mağdurlarını yargılayan yargıyı aslında onlar tasvip ediyor. Yine 28 Şubat sürecinde darbecilere destek olan o darbeciler karşısında hazır oda durup adeta cübbelerini onların önüne seren bir yargı sistemi o yargı sisteminin bugünkünden daha tarafsız olduğunu söyleyebiliyorlar. 15 Temmuz’da yargımız bugünkü yargımız milletiyle beraber insan haklarını savundu. O gece millet meydanlara koşarken bizim Cumhuriyet savcılarımız evlerinde oturmadı. Gitti adliyelere, soruşturmaları başlattı, darbecilere yakalama kararları çıkardı, gözaltı kararları verdi ve onları zindanlarda şu anda. Onlar hesap veriyor. Yargı düzeni vesayetçi yargı anlayışından çıkan bugün ise milletin yargısı haline gelen, milletin hakkını, hukukunu savunan, insan haklarını savunan, milli iradenin yanında duran bir yargı sisteminden maalesef rahatsız olduklarını görüyoruz. Biz yargımızı daha tarafsız, bağımsız bir şekilde görev yapması noktasında özellikle suçla mücadele konusunda ve toplumsal huzur ve barışı bozmaya yeltenenlerle mücadele noktasında hukuk içerisinde, hukukun üstünlüğü çerçevesi içerisinde mücadelemizi sürdürmenin gayreti içerisinde olacağız.”
“Milletimizin bizden talep ettiği işi gerçekleştirdik
22 yıldan bu yana hep önce insan dediklerini ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ dediklerini ifade eden Bakan Tunç, “Biz bunu gerçeğe dönüştürdük, icraata dönüştürdük. Ve eğitimden sağlığa, sosyal politikalardan, kültüre varıncaya kadar her alanda insan güçlü olacak dedi. Güçlü olacak ki aile güçlü olsun. Aileyi tehdit eden unsurlarla da mücadelemizi inşallah bundan sonraki süreçte hem yasal hem uygulamalar bakımından gerçekleştireceğiz ve aileyi güçlendireceğiz. Çocuklarımızın korunması, onların geleceğe hazırlanması bizim için çok önemli. Ve güçlü aile olacak ki toplum olarak güçlü olalım. İstikrarlı kalkınma hamleleriyle ülkemizin her bir köşesine hizmet götürmeye devam edeceğiz. Enerjiden savunma sanayine varıncaya kadar her alanda güçlü olmamız lazım. Bu noktada daha güçlü olacağız ki dünyada hakkaniyeti ve adaleti daha güçlü bir şekilde sağlamak insan haklarını savunmaya devam edeceğiz. Yüksek standartlı bir demokrasiden hiç taviz vermeyeceğiz. Temel hak ve özgürlükleri alanını genişlettik. Tahkim edilmesi daha da güçlendirilmesi noktasındaki mücadelemizi sürdüreceğiz. Anayasamızda bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz sayısız reform mevzuatımızda gerçekleştirdiğimiz sayısız yenilikler Bunlar hep milletimiz için. Milletimizin bizden talep ettiği işi gerçekleştirdik. Anayasamızda kadın haklarından çocuk haklarına varıncaya kadar. Darbe Anayasası’nda kadın hakları, çocuk hakları bunlar eksik yazılmıştı. Unutulmuş muydu? Yönetim sistemi, yargı birliği bunlar hepsi sonradan bizim en son iki bin on ve iki bin on yedi değişiklikleriyle milletimizin onayladığı sessiz devrim niteliğindeki reformlarla hayata geçti. Hak arama yollarını artırdık, kamu denetçiliği kurumu, özel hayatın korunması, kişisel verilerin korunması, bunlar anayasada olmayan şeylerdi ve sonradan darbe anayasasında olmayan hak arama yollarını geliştirdik. Bilgi edinme hakkı, bireysel başvuru hakkı, tüm bunları vatandaşlarımızın özellikle hukuk çerçevesinde hak arama yollarını artıran temel hak ve özgürlükleri güçlendiren değişikliklerdir. Yine bu ülkede bir daha darbeciler ortaya çıkamasın. Vesayetçi anlayış tarihe karışsın diye mücadele ettik. Yapısal reformlar yaptık. Hakimler Savcılar Kurulu’nun yapısı, Anayasa Mahkemesi’nin yapısı, Yüksek Askeri Şura’nın yapısı, oturma düzenleri bile hatırlayın. Nasıldı? Demokratik bir devlette öyle bir oturma düzeni olabilir miydi? Milli Güvenlik Kurulu’nun yapısı, sıkı yönetim gerektiğinde ilan edilebilir diye madde vardı anayasada. Çıkardık, sizin desteğinizle, sizin evet oylarınızla oldu bunlar. Darbeciler yargılanamaz diye madde vardı anayasadan çıkardık. Anayasamızdaki o değişiklikler anayasadaki vesayetçi ruhu ortadan kaldırmaya yetti mi? Evet azalttı ama tamamen sildi diyebilir miyiz? O maddeler arasındaki yetki saklığın bozulmuş olması nedeniyle yüksek mahkemelerimiz arasında o maddeleri farklı yorumlayan mahkemelerin çıkardığı sonuçları biz göz ardı edebilir miyiz? Edemeyiz. O nedenle vesayetçi anlayıştan tamamen arınmış, demokratik, sivil, katılımcı bir toplum sözleşmesi hürriyetinde herkesin her düşüncenin kendisinin içinde bulduğu demokratik bir anayasayı yapmak zorundayız. Türkiye yüzyılının başındayız. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının başında artık darbecilerin yazdırdığı bir anayasayla devam etmemeliyiz. Sadece darbeciler tarafından yazılmış olması bile her şeyi bir tarafa bırakalım, değişmesi için yeter sebeptir. İnşallah yirmi sekizinci dönem parlamentosunda bir uzlaşma sağlanır. Demokratik bir anayasa yapılması konusunda mutabık olur siyasi partilerimiz. Kim mutabık olursa kim uzlaşmaya yanaşırsa milletten takdir toplar. Kim ise uzlaşmaz bir tavır içerisine girerse kim darbeci anayasayla devam edilmesi gerektiğini savunursa onlar da milletten ilk seçimde cevap alır. O nedenle biz diyoruz ki burada birlik beraberlik olalım. Mecliste bir uzlaşmaya varalım. Ve temel hakları, özgürlükleri öne çıkaran, devletin görevlerini belirleyen bu ülkede bir daha darbeci anlayışın, vesayetçi anlayışın hiçbir zaman yeşermemesi için bir demokratik anayasaya kavuşalım. Bu millete olan bizim borcumuz inşallah bu borcumuzu yerine getirmek nasip olur.” şeklinde konuştu.